28 Şubat 2010 Pazar

hergün bir şair (Murathan Mungan)


21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Mardinli bir ailenin çocuğudur. Babası avukat İsmail Mungan, annesi Habibe Mungan'dır. İlk, orta ve lise yılları Mardin'de geçti; Mardin Lisesi'nden mezun oldu. Mardin eserlerinde sıkça kullandığı mekanlardan birisi oldu. Bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı.
Yazar, 1972'de Ankara'ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı, Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.
Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.
İlk kitabı, Mezopotamya Üçlemesi adlı oyun üçlemesinin ilki olan Mahmut ile Yezida idi (1980). Bu oyun, Türkiye İş Bankası'nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü aldı. Sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli'nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı Bir Garip Orhan Veli oldu. 1981'de ilk defa sahnelenen bu oyun, 1993'te kitap olarak basıldı.
Sahtiyan adlı şiiri ile de "Gösteri" dergisinin 1981 Şiir Yarışması'nda birincilik ödülü alan Mungan, özellikle Metal(1994) adlı kitabındaki şiirleriyle 1980 kuşağının en çok okunan, tanınan şairleri arasında ilk sıralarda yer aldı.
Mezopotamya Üçlemesi'nin ikinci kitabı olan Taziye adlı oyunun 1984'te sahnelemesi nedeniyle Ankara Sanat Kurumu'nca Mehmet Baydın ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi.
1987’de günlük gazete olarak yayımlanan Söz gazetesinde,“Kültür-Sanat Sayfası” editörlüğü yaptı. Aynı yıl, Hedda Golder Dile Bir Kadın öyküsü ile, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü Nedim Gürsel ile birlikte aldı.
40. yaşı nedeniyle 1995yılında Murathan’95 adlı kitapta çeşitli ürünlerinden bir derlemeyi yayımladı. 2005 yılındaki 50. yaşı nedeniyle de 50 Parça adlı kitapta üzerinde çalıştığı kitaplardan hikaye,şiir, deneme, oyun gibi farklı edebi türden parçaları bir araya getirdi. Sadece 2005 yılı için yapılıp baskısı yenilenmeyecek bir kitap oluşturdu.
Yazıları, şiirleri ve kimi kitapları bugüne değin İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İsveççe, Norveççe, Yunanca, Fince, Boşnakça, Bulgarca, Farsça, Kürtçe ve Hollandacaya çevrilerek çeşitli dergi, gazete ve antolojilerde yayımlandı.
Mungan, 1985'ten beri yaşadığı İstanbul’da 1988’ten beri serbest yazar olarak çalışıyor.

--------------------------
bir uzak sabah denizidir gittigin kapi
ellerinde rüzgarin tasinmaz çamurlari var
köpürmüs soylarimi toplarken çürüyen yanlarimdan
inan batmis sehirler gibi onarilmaz anilar
gözlerinde unuttugum o eski aciz miras
almaya gelsem solugumda dalgin yosun kokusu
biliyorum artik hiçbir gemi beni tasimaz
ve yeniden büyür içimde magrur bir zakkum gibi terkedilmek korkusu

hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü
kollari bagli hüzün olsun dört yanim
iragina vurma beni kirvem, aglarim, delirirsin
sonra derler haklidir sevdasi
geç olur ki artik onarmaz rakilar
geç olur bir yaraya rakinin dagilmasi

sen sehre sirtini dönen uykusuz dagli
gemiler nerde (ki çogu hüviyetidir melankolinin)
nerde aykiri mavzerler (onlara sigdiramazsin ki öfkelerini)
barut esmeri tenine sevdalarimi sürdügüm
nasil tasidin bunca yil delirmis saçlarinda o eski sark yelini
biliyorum dokunsam parmaklarim kirilir
dokunmasam eskiya uykusuzlugu çetin silahlar gibi

Murathan MUNGAN

bağlantılar.

Sabahın altısında dikme direk oturan bendenizden başka düşünenler var mıdır acaba Şili’nin 8.8 şiddetinde sallanmasıyla Türkiye medyasının Tayyip Erdoğan şiddetinde sallanması arasındaki bağlantıyı?

Yahut önceki günlerde gözaltına alınan Tarkan Tevetoğlu’nun dün gece 8 saat boyunca sorgulanması sırasında ikram edilen pizza, muz ve portakalla beslenmesi ve sonrasında amirin bilgisayarında oyun oynayarak rahatlamasını kim aklına getirip arada bir çelişki arayacak önümüzdeki saatlerde olması muhtemel bir Tekel müdahalesinden sonra gözaltına alınan işçileri gördüğünde?

Işık hızıyla değişen gündemlerin çöplüğünde hala daha sonuçlanamamış yüzlerce gazete manşetinin bulunması kimin kafasını hiç durmadan kurcaladı, kurcalayacak?

Yaşamak için ihtiyar, ölmek için çocuk insanlar var sabahın altısında sokaklarda. Her birin de ayrı bir telaş, ayrı bir hikaye.. elbet birilerinin kulağını değmiştir “Balyoz” operasyonu ve elbet birileri Tarkan Tevetoğlu’ndan da haberdardır. Ve fakat ya hiç durmadan yapılan zamlar? Ya Haiti cehennemi? Ya Şili? Ya maaşlara yapılamayan zamlar ve açlık? Magazinsel öğelerle sunulan darbe haberlerinin ve bir magazin ışığı Tevetoğlu’nun gözaltında bulunmasının insanlar için önemi ne de yüksekmiş meğer. Karsını çoluğunu, çocuğunu unutabiliyormuş insan.

Şimdi sabahın altısında patolojik bir vakanın yansıması suretimle yaşıtlarımdan farklı Şili’deki depremin mi bilançosu daha ağır olacak yoksa sözleriyle medyayı sallayan Erdoğan’ın mı düşünüyorum. İçinden çıkılmazlarla sunuluyor bütün haberler. Ve sözde aydınların bile anlam getiremediği olaylara milyonluk “sıradan” insanlar ne yorumlar getirecekler bilemiyorum.

Bu arada Erdoğan ne mi dedi?

‘Bu ülkeyi germeye kimsenin hakkı yok’ ve daha nice vecizeler(!)

Ülkeden kasıt neydi peki? Hükümet mi? Erdoğan mı?

Haklı! Bu ülkede kimsenin hükümeti ve Erdoğan’ı germeye hakkı yok. Ya yayın müdürlüğünden olursunuz, ya köşenizden, işinizden.. Şimdiden geçmiş olsun Bekir Coşkun..


uur

Kitap Kurtları, Bursa 8. Kitap Fuarı'nda Buluştu


Bursa 8. Kitap Fuarı, Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi'nde Kapılarını Kitapseverlere Açtı.

Tüyap Bursa Fuarcılık Anonim Şirketi tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile düzenlenen Bursa 8. Kitap Fuarı, 27 Şubat -7 Mart 2010 tarihleri arasında kitapseverlere açık olacak. İki salonda 216 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen Bursa 8. Kitap Fuarı'nda aynı zamanda söyleşi, panel, şiir dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi 81 kültür etkinliği gerçekleştirilecek. Açılışa

başta kent merkezi olmak üzere komşu illerden de çok sayıda ziyaretçi kabul eden kitap fuarı, her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor.

Açılışta konuşan Tüyap Bursa Fuarcılık AŞ Genel Müdürü İlhan Ersözlü, Bursa Kitap Fuarı'nın 8 yılda çok önemli bir gelişim kaydettiğini belirterek, "Fuarımız ilk günden bu yana her gün büyüyerek devam etti. Gururla söylüyorum, geçtiğimiz seneye göre yüzde 15 büyüme kaydetti fuarımız. Bursa Kitap Fuarı kurulduğu günden bu yana 8 yılda 1 milyon 300 bin kitapsever tarafından ziyaret edildi. Bu yıl ise 200 bin ziyaretçiyi hedefliyoruz." dedi.

Türkiye Yayıncılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Kocatürk de 2000'li yıllardan sonra yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye'de kitap yayıncılığında önemli mesafe katedildiğini belirterek, kişi başına yaklaşık 7 kitap düştüğünü söyledi.

OKUR VE YAZAR BULUŞMALARI

Fuar kapsamında İnci Aral, Sunay Akın, Üstün Dökmen, Adnan Binyazar, Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Erdal Atabek, Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Özcan Karabulut, Cemil Kavukçu, Canan Tan, Mine Soysal, Ercan Karakaş ve Şükran Soner gibi pek çok yazar, şair ve bilim insanı katılarak, 9 gün süresince imza günlerinde okurlarıyla buluşma fırsatı bulacak.

Kitap Fuarı kapsamında 7 Mart 2010 Pazar günü TÜYAP ve Nilüfer Belediyesi Kent Konseyi Kadın Meclisi ortak etkinliklerle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlayacak. Gün boyu panel, belgesel film gösterimi ve söyleşiyle devam edecek etkinlikler Sevgi Korosu'nun seslendireceği bir dinletiyle sona erecek.

FUAR'IN SERGİLERİ

Kitap fuarı bu sene birbirinden önemli sergilere de ev sahipliği yapacak. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Ticaret ve Sanayi Odası tarafından gerçekleştirilen 'Bursa'yla Gurur Duyuyorum Projesi' kapsamında düzenlenen 'Bursa'dan Tarihe Yön Veren Olaylar Sergisi' fuar süresince ziyarete açık olacak. Bursalılara geçmişte sahip oldukları kurucu, girişimci ve öncü ruhunu tekrardan anımsatan sergide Bursa'dan Türkiye ve Dünya tarihine mal olmuş 36 sergi görseli bulunuyor.

Fuarda düzenlenen diğer sergi ise 2009 yılında Mehmet Dağ'ın renkli ve Engin Yavaş'ın siyah/beyaz çektikleri karelerinden oluşan 'Dalmak Özgürlüktür' fotoğraf sergisi. Uludağ Üniversitesi'nde ve Bursa'da bulunan engellilere yüzme ve donanımlı dalış eğitimi vermek, onların bu projeyle sosyal yaşamda ve sportif faaliyetlerde daha etkin olmalarını sağlamak amacıyla oluşturuldu. Proje, 1992 yılında kurulan Uludağ Üniversitesi Sualtı Topluluğu'nun yürüttüğü bir çalışma.

'Anadolu'da Yolculuk' fotoğraf sergisi ise Yolculuk dergisinin yaklaşık 6 yıldır adım adım kat ettiği köyleri, şehirleri, dağları, yaylaları ve buralarda sürüp giden birbirinden farklı, birbirinden renkli yaşamları, asırlardır devam eden gelenekleri, kaybolmaya yüz tutmuş zanaatları konu ediniyor. Fotoğraflar, izleyicileri Anadolu'nun zengin topraklarında bir yolculuğa çıkarıyor.

Bursa 8. Kitap Fuarı'nda yer alacak bir diğer sergi de 'Nilüfer'in Kadınları' fotoğraf sergisi.

Nilüfer Kent Konseyi Çalışma Grubu bünyesinde kurulan Vizör Grup tarafından çekilen kareler Nilüfer'de yaşayan kadınları konu ediniyor.

ÜÇ FUAR BİR ARADA

Bursa 8. Kitap Fuarı, 3 -7 Mart 2010 tarihleri arasında Tüyap Bursa Fuarcılık AŞ tarafından Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Uludağ Üniversitesi desteği ile Bursa Eğitim Fuarı, Bursa 6. Yurtiçi - Yurtdışı Eğitim Fuarı ve Bursa Sağlık Hizmetleri Fuarı ile birlikte gerçekleştirilecek.

Girişin ücretsiz olduğu Bursa 8. Kitap Fuarı, 27 Şubat - 6 Mart 11.00 - 20.00, kapanış günü olan 7 Mart 2010 tarihinde ise 11.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.

İş Bankası Koleksiyonu, Türk Resim Sanatının Tarihini Yansıtıyor


Türkiye İş Bankası, 800'e yakın sanatçının, 2000'den fazla eserinin yer aldığı koleksiyonu ile Türkiye'nin en önemli sanat eserleri koleksiyonlarından birine sahip.

Türk resim sanatının kronolojik akışı içerisinde ortaya çıkan dönemleri ve bu dönemlerin ustalarının yapıtlarını içeren bu zengin koleksiyon, resim tarihimizin özetini sunuyor. Koleksiyonda 19. yüzyılın ikinci yarısından günümüze dek uzanan geniş bir döneme ait 2000'den fazla eser yer alıyor.

Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Şeref Akdik, Vecih Bereketoğlu, Şeref Bigalı, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nüzhet İslimyeli, Hikmet Onat, İbrahim Safi gibi Türk sanat tarihinin önemli isimlerinin eserlerinin yer aldığı İş Bankası sanat eserleri koleksiyonu, Türk resim sanatının gelişim çizgisini ve geçirdiği sanatsal evrelerini tanımak anlamında benzersiz niteliğe sahip.

Koleksiyonda aynı zamanda İnas Sanayi-i Nefise'nin ilk mezunları olan kadın sanatçılar da yer alıyor. Nonfigüratif resimlerin ustalarının birleştiği Yeniler Grubu, 1950 yıllarında kurulan, Orhan Peker, Leyla Gamsız Sarptürk, Mehmet Pesen, Fikret Otyam, Osman Zeki Oral ve Turan Erol'dan oluşan ve On'lar Grubu çerçevesinde toplanan sanatçılar da bu özel koleksiyonda bir arada bulunuyor. Cevdet Bilgişin, Kenan Tezcan, Naci Kalmukoğlu, Pertev Boyar, Cevat Erkul, Adil Doğançay, Celal Uzel, Selehattin Teoman, Mustafa Turgut Tokat, Ayetullah Sümer gibi eski ustalar bu eşsiz koleksiyonda yer alıyor.

Hamit Görele, Adnan Varınca, Şefik Bursalı, Ziya Keseroğlu, Nejat Melih Devrim, Hakkı Anlı, Eren Eyüboğlu, Arif Kaptan, İlhami Demirci, İbrahim Balaban, Neşet Günal, Adnan Çoker, Saim Özeren, Seyfi Toray, Saip Tuna, Sami Lim, Nurettin Ergüven, Ferit Apa, Nusret Karaca, Hulusi Mercan, İsmail Altınok, Kristin Salari, Naile Akıncı, Kayıhan Keskinok, Şeref Bigalı, Nihat Akyunak, Cemal Güvenç, Adnan Turani, Tülin Onat, Halil Akdeniz, Gökhan Anlağan, Bedri Baykam koleksiyona değer katan diğer önemli sanatçılardan. Ayrıca özgün naif yorumları ile Turgut Zaim, İ. Cemal Karaburçak, Fahir Aksoy, Nadide Akdeniz ve Yalçın Gökçebağ da koleksiyonda yer alıyor.

Türkiye İş Bankası resim koleksiyonunun ilk adımları, Türkiye'de koleksiyon yapma bilincinin oluşmadığı bir dönemde, ekonomik kalkınmanın gerçekleşmeye başladığı 1940'lı yılların başında atıldı. 1939 yılında Atatürk'ün isteği üzerine düzenlenen Devlet Resim ve Heykel Sergileri, özgün Türk sanatının temellerinin atıldığı ilk etkinliklerdi. Aynı bilinçle hareket eden Türkiye İş Bankası, 1940 yılında açılan 2. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nden resim satın alarak sanat eserleri koleksiyonu oluşturmaya başladı. Genel Müdür Yardımcısı Saim Aybar'ın desteğiyle gerçekleşen bu girişimle, Hikmet Onat'ın "Ortaköy Manzarası", Şevket Dağ'ın "Rüstem Paşa Camii İçi" ve Vecihi Bereketoğlu'nun "Kayık ve Evleri" adlı eserleri koleksiyonun ilk resimleri oldu. Bu şekilde başlayan girişim, döneminin çok ötesinde bir yaklaşım göstererek ülkemizdeki koleksiyonculuğun da temellerini attı.

İzleyen dönemlerde, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, D Grubu gibi oluşumlar ile Halkevleri ve Yurt Sergileri gibi dönemin önemli sanat olaylarını takip eden Banka yetkilileri sanat eserleri koleksiyonunun zenginleştirilmesini sağladı.

Türk Gölge Oyununu Japon Sanatçılar Sahneledi

Türkiye ve Japonya ilişkilerini güçlendirmek amacıyla düzenlenen "2010 Türkiye'de Japon Yılı" etkinlikleri kapsamında Bursa'da Japon oyuncuların sergilediği gölge oyunu sahnelendi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğinde düzenlenen gece öncesi düzenlenen kokteyle Japonya İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi'nin yanı sıra çok sayıda Türk ve Japon vatandaş katıldı. Tayyare Kültür Merkezi büyük salonda düzenlenen Japon Gölge oyunu, 'Prenses Kaguya'nın Hikâyesi' izleyenlere keyifli anlar yaşattı.

2010 Türkiye'de Japon Yılı Şubat ayının son etkinliği olarak Kageboushi Tiyatro Topluluğu tarafından Bursa Tayyere Kültür Merkezi'nde geleneksel gölge oyunu sahnelendi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Recep Demirhan, bu tür etkinliklerle iki ülke arasında köprü kurulabileceğini belirtti.

Japonya İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi da, Türkiye ve Japonya arasında sıkı ilişkiler kurmak istediklerini belirterek, bu anlamda iki ülke hükümetinin de desteği ile bunu gerçekleştireceklerini ifade etti.

Hayashi, Türk gölge oyunu başyapıtı olan Karagöz-Hacivat'ın Bursa merkezli olmasından dolayı sahnelenen Japon gölge oyununun da ayrı bir anlam taşıdığını sözlerine ekledi.

Konuşmaların ardından Başkonsolos Hayashi'ye üzerinde İznik çinisi bulunan plaket ve Bursa'yı tanıtan bir kitap hediye edildi.

Plaket törenin ardından Japonya'nın en eski edebi eserlerinden 'Taketori Monogatari'den alınan ve Kage-e'yi tekniği ile sahnelenen "Prenses Kaguya'nın Hikâyesi" adlı gölge oyun izleyiciden tam not aldı. Görsel şovlarıyla izeyenleri büyüleyen oyun, kostüm ve ışık gösterisi ile de ilgi topladı.

27 Şubat 2010 Cumartesi

Sezonun Sürpriz Filmi 5 Mart'ta Sinemalarda

Yapımcılığını ANSE'nin gerçekleştirdiği Komedi-Dram türündeki sezonun sürpriz filmi "Eşrefpaşalılar" 5 Mart 2010'da vizyona giriyor.

Yapımcılığını M.Yusuf Kulaksız'ın üstlendiği, senaryosunu Burak Tarık'ın yazdığı Eşrefpaşalılar filminin yönetmeni Hüdaverdi Yavuz. Filmde sinema ve tiyatro dünyasından çok sayıda isim oynuyor. Sinan Taymin Albayrak, Turgay Tanülkü, Burak Tarık, Hüseyin Soysalan, Sermin Hürmeriç, Deniz Özpınar, Savaş Bayındır, Ali Yaylı, Serkan Öztürk, Ömer Pekin, Sibel Öztürk, Fırat Paşayiğit ve Vural Arısoy filmin kadrosunda yer alan isimler.

Filmin Görüntü Yönetmenliğini Rico, Sanat Yönetmenliğini Ege Dora, müziklerini ise ünlü müzisyen Yücel Arzen yaptı. Post Prodüksiyonu DigiFlame'de gerçekleşen filmin dağıtımını ise Medyavizyon yapıyor.

Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla gerçekleşen filmin diğer sponsorları; Royal Halı, T-Tech, Bankasya, Koray Mağazaları ve Maltepe Yayınları. 100 kopya ile tüm Türkiye'de sinema salonlarında olacak filmin biletleri MyBilet satış kanallarında ve web sayfasından online olarak satılacak.

ANSE'nin aslında tiyatro oyunlarından biri olan Eşrefpaşalılar sahnelerden sinema perdesine geçiyor. 3 yıl boyunca tüm Türkiye'de turneye çıkan ve 400 binden fazla kişinin izlediği oyun çok beğeniliyor. Bir yandan turnelerine devam eden oyunu sevenleri sinemada merakla bekliyor. Filmin fragmanının Daily Motion'da tıklanma sayısı kısa sürede 100 Bine yaklaştı. Google Analytics Raporlarına göre ise filmin yalnızca Türkiye'de değil dünyanın birçok yerinde merakla beklendiği anlaşılıyor. Almanya'dan ABD'ye, Fransa'dan İngiltere'ye, Kanada'dan Belçika'ya Eşrefpaşalılar filmine şimdiden ilgi büyük.

Film, komedi türünde çok önemli bir model teşkil ediyor. Küfür ve argodan uzak mizah anlayışı ile daha önce tiyatroda güldürdüğü insanları, sinema perdesinde de güldüreceğinden kuşku duyulmuyor. Filmin hedefi ise her aileden en az 3 kişi! Yani Eşrefpaşalılar ailelerin çocuklarıyla rahatça gidip eğlenebileceği bir film olacak.

PRODÜKSİYON

Filmin çekimlerinin tamamı İstanbul'da gerçekleşti. Çekimler 2 Aralık'ta başladı ve 4 hafta sürdü. Çekimde kullanılan ana mekanlar; Balat, Eyüp, Ayvansaray'dı. Özellikle Balat ve Eyüp'ün caddeleri, sokakları, kahvehanesi ve evleri kullanıldı. Eyüp'deki ZalMahmutpaşa Külliyesi, Aksaray'ın gece kulüpleri, Bağdat Caddesi Nispet Bar, Cankurtaran'daki Metruk binalar ve meyhane kullanılan diğer mekanlardı. Film geçtiği mahalleler itibariyle çok sıcak bir atmosferde geçti. Mahallenin gerçek sakinleri varlıklarıyla filme renk kattılar.

Filmde 512 yardımcı oyuncu kullanıldı.

Film boyunca 3 kez yağmurlama sistemi kullanıldı. Yağmurlama sahneleri boyunca 66 ton su tüketildi.

Filmde yer alan Zeybek ve Kabadayı kapışma sahnesi için oyuncular koreograflarla özel olarak çalıştı.

Son sahnelerin çekimleri ise 30 saat sürdü.

“Charlie Parker “ nefes kesecek!


34 Yaşındaki Rusya doğumlu genç saksafoncu Dmitry Baevsky “Charlie Parker “ parçalarından oluşan repertuarı ile 4-5-6 Mart tarihlerinde Caz’ın merkezinde….
1976 Doğumlu Dmitry Baevsky müziğe once piyano ile başlayıp daha sonar 1991 yılında Mussorgsky Konservatuarın da Rusyanın efsanevi caz saksafoncusu Gennady Golstein ile birlikte çalışmaya başlamıştır..1996 da Amerika da New School Üniversitesine 4 yıllığına ful burs ile Kabul edilene kadar Rusya da çeşitli caz festivallerinde çaldı.Üniversite yıllarında Buster Williams, Benny Powell, Joe Chambers, Arnie Lawrence ve Cecil McBee gibi müzisyenler ile birlikte çalışma fırsatı oldu.Mezun olduktan sonra New York da Cedar Walton, Jimmy Cobb, Barry Harris, Louis Hayes, John Webber, Dennis Irwin, Joe Cohn, Peter Bernstein, Harry Allen, Joe Magnarelli, Ryan Kisor gibi birçok müzisyen ile birlikte çalmaya başladı.
2005 yılında Baevsky Lineage Record’dan ilk Cd’sini çıkardı ve bu albümde Cedar Walton, Jimmy Cobb ve John Webber gibi efsane müzisyenler ile birlikte kayıtlar yaptı.
34 yaşındaki yetenekli alto saksafoncu Dmitry Baevsky kendisi gibi alto saksafoncu olan dünyanın en efsanevi caz müzisyenlerinden birisi olarak Kabul edilen Charlie Parker’ın parçalarından oluşan repertuarı ile JC’S de caz severlerin karşısında olacak…Gerçekten nefesleri kesecek bir caz şöleni yaşayacağız..
Dmitry Baevsky(Alto sax), Yves Brouqui(g), Mathias Allamane(b), Philippe Soirat(d)
Yer : İstanbul Caz Center JC’S
Kapılar açılış :19:00
Konser başlangıç : 21:30 – 00:30
Giriş ücreti :Her set Masa 20 TL, Bar 15 TL

26 Şubat 2010 Cuma

Kocaeli Şehir Tiyatroları 2010 Mart Ayı Programı

Tarih SDKM Büyük Sahne Saat
03 Mart Çarş DON KİŞOT PETMEN’E KARŞI (Ç.O) 11:00
04 Mart Perş. AY IŞIĞINDA ŞAMATA 20:00
05 Mart Cuma AY IŞIĞINDA ŞAMATA 20:00
06 Mart C.tesi. AY IŞIĞINDA ŞAMATA 15:00-20:00
07 Mart Pazar DON KİŞOT PETMEN’E KARŞI (Ç.O) 14:00
10 Mart Çarş. DON KİŞOT PETMEN’E KARŞI (Ç.O) 11:00
11 Mart Perş. AY IŞIĞINDA ŞAMATA 20:00
12 Mart Cuma AY IŞIĞINDA ŞAMATA 20:00
13 Mart C.tesi AY IŞIĞINDA ŞAMATA 15:00-20:00
14 Mart Pazar DON KİŞOT PETMEN’E KARŞI (Ç.O) 14:00
17 Mart Çarş. DON KİŞOT PETMEN’E KARŞI (Ç.O) 14:00
18 Mart Perş. RİTA 20:00
19 Mart Cuma RİTA 20:00
20 Mart C.tesi RİTA 15:00-20:00
21 Mart Pazar DON KİŞOT PETMEN’E KARŞI (Ç.O) 14:00
24 Mart Çarş. BENİM GÜZEL PABUÇLARIM (Ç.O) 11:00
25 Mart Perş. İKİ EFENDİNİN UŞAĞI 20:00
26 Mart Cuma İKİ EFENDİNİN UŞAĞI 20:00
27 Mart C.tesi İKİ EFENDİNİN UŞAĞI 15:00-20:00
28 Mart Pazar BENİM GÜZEL PABUÇLARIM (Ç.O) 14:00
31 Mart Çarş. BENİM GÜZEL PABUÇLARIM (Ç.O) 14:00

Tarih SDKM Oda Tiyatrosu Saat
03 Mart Çarş. ÇATIŞMALAR 20:00
10 Mart Çarş. ÇATIŞMALAR 20:00
17 Mart Çarş. ÇATIŞMALAR 20:00
22 Mart P.tesi ANTIGONE 18:00
23 Mart Salı MACBETH 18:00
24 Mart Çarş. MÜFETTİŞ 18:00
24 Mart Çarş. PEYNİRLİ YUMURTA 20:00
25 Mart Perş. GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM 18:00
26 Mart Cuma DERVİŞ VE ÖLÜM 18:00
31 Mart Çarş. PEYNİRLİ YUMURTA 20:00

Tarih Gebze Osman Hamdi Bey Sahnesi Saat
02 Mart Salı MUTLULUK GEZEGENİ (Ç.O) 14:00
07 Mart Pazar İKİNİN BİRİ 20:00
09 Mart Salı MUTLULUK GEZEGENİ (Ç.O) 14:00
14 Mart Pazar İKİNİN BİRİ 20:00
16 Mart Salı MUTLULUK GEZEGENİ (Ç.O) 14:00
21 Mart Pazar İKİNİN BİRİ 20:00
25 Mart Perş. MUTLULUK GEZEGENİ (Ç.O) 14:00
28 Mart Pazar İKİNİN BİRİ 20:00
30 Mart Salı MUTLULUK GEZEGENİ (Ç.O) 14:00

Tarih SDKM Masal Odası Saat
06 Mart C.tesi KÜÇÜK KAR TANELERİ 12:00
13 Mart C.tesi KÜÇÜK KAR TANELERİ 12:00
20 Mart C.tesi KÜÇÜK KAR TANELERİ 12:00
27 Mart C.tesi KÜÇÜK KAR TANELERİ 12:00

hergün bir şair (Metin Altıok)


14 Mart 1941 yılında Bergama, İzmir'de doğdu. Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi'nde Felsefe Grubu Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl'ün Genç ilçesinde, ayrıca Karaman İmam Hatip Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yaptı. İşçi Partisi üyesi olarak devrim mücadelesine partili bir aydın olarak katıldı.[1] [2]
Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti.

Şiirleri 70'li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç ürün veren (ya da geç yayınlanan) şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir.
Gezginde Servet-i Fünun'dan, Ahmet Haşim'den, Dranas'dan, İkinci Yeni'ye, ve 60'lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sevdi. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlandı.
Yerleşik Yabancı'da tüm şiirleri tek bir şiirmiş izlenimi uyandırmakta, söyleyişte ve konularda benzerlikler bulunmaktadır. Buna karşın, Kendinin Avcısında kendine özgü bir ses, romantik, acılı ve yalın bir söyleyiş gözlenir. Simge, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle Türk şiirinin lirik geleneklerine bağlanmaktadır.

--------------------------------

yol uzun, gece kara.
sevgi tasiyorum
gozlerim yana yana.
yugrulmus yuregim
tuz, biber ve kimyonla.

benim yeryuzunde
ah-u zarim var.

yol uzun, gece kara.
gulum benden uzakta
eski baharat yollarinda
gidiyorum, gidiyorum
tik nefes bir kamyonla.

benim yeryuzunde
arz-i halim var.

yol uzun, gece kara.
ben bu garip yolculukta,
cogaldikca cogaldim.
evvel bir idim
simdi milyonla.

Metin Altıok

İ.b.b. Şehir Tiyatroları'nda Mart Ayında 2'si Yeni 34 Oyun

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Mart ayında 2'si yeni 34 oyunla seyircisini selamlayacak. İ.B.B. Şehir Tiyatroları, Mart ayında Özen Yula'nın yazdığı M. Nurullah Tuncer'in yönettiği "Dünyanın Ortasında Bir Yer" ile William Shakespeare'in yazdığı Kemal Başar'ın yönettiği "Romeo ve Juliet"i ilk kez tiyatro severlerle buluşturacak.

İ.B.B. Şehir Tiyatroları'nın yeni oyunu "Dünyanın Ortasında Bir Yer", erkeklerin koşullarını belirlediği bir dünyada sıkışmış kadınların öykülerini konu ediniyor. Oyun, törelerin, söylencelerin, toprağa dayalı gücün egemen olduğu yörelerin öyküsünü kadınların yaşadıkları üzerinden anlatıyor ve bireylerin ilişkilerindeki öç kavramına dayalı çatışmaları sunuyor. Şehir Tiyatroları tarafından ilk kez 2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında farklı dillerde oynanacak olan "Dünyanın Ortasında Bir Yer", Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde 24 Mart - 4 Nisan tarihleri arasında sahnelecek. Özen Yula'nın yazdığı oyunu M. Nurullah Tuncer yönetiyor. Oyunda; Esra Ronabar, Hüseyin Köroğlu, Eraslan Sağlam, Melahat Abbasova, Ezgi Sümer Yolcu, İrem Arslan Aydın, Tomris İncer, Ümran İnceoğlu, Yonca İnal Eğilmezbaş, Ezgim Kılınç, Nurdan Kalınağa, Pelin Budak, Burcu Çoban, Pınar Aygün rol alıyor.

-ÖLMEYEN AŞK HİKAYESİ-

İ.B.B. Şehir Tiyatroları'nın ikinci yeni oyunu olan, Shakespeare'in en tanınmış eseri "Romeo ve Juliet"te, iki aile arasında bitmek bilmeyen bir nefret ve düşmanlığın gölgesinde yeşeren büyük bir aşk anlatılıyor. Bu öyküyü bir aşk söylencesine dönüştürerek, temel bir "aşk" imgesi yaratan Shakespeare, bu yolla acımasız toplumsal gerçeklerle gerçek sevgi arasındaki çelişkiyi gözler önüne seriyor. Shakespeare'in büyük aşk tragedyasının temelinde yatan aile düşmanlığı yüzünden, Romeo ve Juliet arasındaki aşk, ancak sevgililerin ölümüyle "ölümsüz" bir kimliğe bürünüyor. Oyun, Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi'nde 17-28 Mart 2010 tarihleri arasında Kemal Başar'ın rejisiyle seyircisiyle buluşacak. Oyunda; Levent Yılmaz, Hikmet Körmükçü, Selçuk Soğukçay, Müge Akyamaç, Mert Turak, Ece Özdikici, Ersin Umulu, Caner Çandarlı, Kubilay Penbeklioğlu, Selçuk Yüksel, Can Doğan, Mehmet Bulduk, Nevzat Çankara, Nurdan Gür, Hüsnü Demiralay, Özge O'Neill, Selin Türkmen, Serkan Bacak, Bahar Özge Göze, Murat Güreç, Yasemin Güvenç, Hamit Erentürk, Melisa Demirhan, Senem Oluz, Berk Samur rol alıyor. Mart ayında sahnelenecek diğer oyunlar şöyle:

"Bakhalar, Tarlakuşuydu Juliet, İntiharın Genel Provası, Bekleme Salonu, Balıkesir Muhasebecisi, Çıkmaz Sokak, İnek, Hizmetçiler, Onlar Ermiş Muradına, Dinmeyen Alkışlar, Lüküs Hayat, Bozuk Düzen İstanbul Efendisi, Binali ile Temir, Dullar, Kabare (Cabaret), Mefisto, Merhaba Hoşçakal, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye, Gizli Oturum, Düşüş, Fareli Köyün Kavalcısı, Benim Arkadaşım Yok, Büyüyünce Ne Olacaksın?, Karagöz Geri Döndü, Boya Benek, Sokak Kedileri, Çizmeli Kedi, Küçük Hayalet, Kibritçi Kız, Kazuu."

İzmir'de 'Caz'lı Günler Başlıyor


26.02.2010- İzmir, önümüzdeki günlerde meşhur caz sanatçılarını ağırlayacak. Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde düzenlenecek 17. İzmir Avrupa Caz Festivali, 2-17 Mart 2010 arasında devam edecek. Yedi konser, bir gösteri, bir seminer, atölye çalışması ve sergiden oluşacak festival, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) tarafından Büyükşehir Belediyesi, İtalyan Konsolosluğu, Fransız Kültür Merkezi, Goethe Enstitüsü ve Avusturya Kültür Ofisi işbirliğiyle yapılacak. Açılışta dünyanın sayılı koreograflarından, flamenko dansçısı Antonio Najarro ve dans topluluğu, Jazzing Flamenco'yu sergileyecek.

Avrupa Caz Festivali kapsamında düzenlenecek sergide ise 8. Caz Afiş Yarışması'na katılan eserlerden seçilen 23 afiş yer alacak. Yarışmaya katılan 135 afiş arasından Sinan Kapçak'ın çalışması birinci seçilmişti. İKSEV salonunda 5 Mart Cuma günü İtalyan caz tarihçisi Francesco Martinelli, "100 Yıllara Django Reinhardt" isimli bir seminer verecek. Festivalin danışmanlığını da üstlenen Martinelli, bütün zamanların en iyisi kabul edilen Belçikalı caz gitaristi Django Reinhardt'ı, eserleri ve caz müziğine katkılarıyla tanıtacak. Festival kapsamında ayrıca Luigi Campoccia, Daniele Malvisi, Rossano Gasperini ve Paolo Corsi'den oluşan Luigi Campoccia Quartet 5, 6 ve 7 Mart'ta, genç cazcılarla Açık Caz Atölyesi yapacak. Bunlara katılan iki genç sanatçı, burslu olarak İtalya'daki Uluslararası Siena Ustalık Sınıfları'na gitme hakkı kazanacak. Katılan bütün öğrenciler de 7 Mart Pazar günü, ustalarıyla birlikte ücretsiz bir konser verecek.

arşiv

Yalnızlık yağmurunun altında çaresiz insanlar ve bu zamana kadar hiç olmadıkları kadar ıslaklar. Sıçana dönmüş ömürler.. dört mevsim kış ve kutupsuz yaşanıyor hayat. Heryer aynı yani, yani heryer soğuk, heryer yağmur..Ekvator çizgisi uzayın boşluklarında boğuluyor ve bütün sıcaklığını, neşesini kaybediyor doğa. Unutuluyor anılar, mesire yerleri, aşklar..

Bilgisayar ekranına ve 24 saat kahve fincanına hapsediliyor hayatlar. Tarafımızdan. Bir merhabayı bile saklıyoruz artık. Mrb nede samimi duruyor mesajlarımızda ve maillerimizde(!)

Bir günümüzü ne kadar boş ve ne kadar sessiz geçiriyoruz hiç fark ettiniz mi? Sabah uyanıyoruz günaydını sadece sabah haberlerinde işiten zihnimizin kelimeye yabancılığından kaynaklı günaydınsız kahvaltıya oturuyoruz. İşe geç kalmış olmanın verdiği hızla yapılan kahvaltıyı bükük dudaklar ve üşengeçliğin gölgesinde iyi günler sloganıyla terk ediyoruz. Yolumuzu üzerinde kahve satın alabileceğimiz bir dükkanın olmasını baz alarak belirliyoruz ve yanımızda arkadaşımız ‘bardak’ büromuzdan içeri giriyoruz. Bütün gün konuşmadan bütün gün bilgisayar ekranının çoğulluğunda msn arkadaşlıklara sanal hal hatır sormalara sıçrıyoruz. Aşklar yaşıyoruz yada hüzünler.. sadece kelimelerde. A pardon birde iletilerde (!) Sonra işten arkadaşımız olmadan ayrılıyor eve geldiğimizde sabahtan beri sakladığımız kurşun yaramızın verdiği ölümle yığılıyoruz kanepeye ve son can çekişlerimizi sohbet etmekten ziyade sohbet dinlemek ve kelimeleri unutup dile uzaklaşmamak için televizyon kumandasının rehberliğinde kanallar arasında geziniyoruz. Birkaç saatlik canımız tükeniyor ve kanepedeki ölü bedenimizi evimizi paylaştığımız diğer yalnızlar taşıyor yatağımıza. Ve tekrarlanıyor gün. Hep aynı şekilde, hep yeniden.

Ve çevrimizdeki binlerce yalnızı yok sayarak yalnızlığımıza devam ediyoruz tıpkı onlar gibi.. Onlar biz yokmuşuz gibi davranıyor biz onlar yokmuş gibi. Yolda yürürken yanlışlıkla değsek birbirimize bir direği görmemişiz gibi sinirleniyoruz kendimize. Bunca yapı malzemesi etrafa saçılmış dururken geçişmiş ve eskimiş olarak adlandırıyor yıpranması için terk ediyoruz birer birer bütün eski alışkanlıklarımızı. Ve sığınacak bir köşe inşa etmektense ortaklaşa bir çabayla yıkıyoruz bütün sığınılacak yerleri. Farkında değiliz ama çürüyor bütün malzemelerimiz, geçmişlerimiz unutuluyor ve yıkılan hiçbir dostluğun, sığınağın yerine yenisi inşa edilmiyor.

Giderek savunmasız kalıyoruz yalnızlık yağmuruna.. sokaklar sırılsıklam. İnsanlar sıçana dönmüş, kimse farkında değil üşüdüğünün, korkum zatürree kıran olur da kırıp geçirir dünyayı!!

2. el kısalar baş döndürecek!

Dünyada kendi alanında düzenlenen ilk ve tek festival olan, "2. El Kısa Film Festivali" Ankara Kısa Filmciler Derneği tarafından 27 Şubat-7 Mart 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
‘Elemiyoruz, Ellemiyoruz‘ sloganıyla yola çıkan ve daha önce en az bir kısa film festivalinden elenmiş filmlerin katılabildiği, ‘2. El Kısa Film Festivali bu yıl Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 4. kez sinemaseverlerle buluşacak. Son başvuru tarihi 1 Şubat 2010 olarak belirlenen festival takviminde, bu sene yine birçok yenilik kısa film yönetmenlerini ve festival katılımcılarını bekliyor olacak.
-FESTİVAL JÜRİLERİ-
2. El Jürisi, festivale gönderilen her filmin detaylı analizini yaparken, 1. El Jürisi; 2. El Jürisi’nin seçtiği 12 finalist filmi festival boyunca çözümleyerek, "Övgüye Değer Film"i seçecek. Festivalin 2. El Jürisi "Cumhur Canbazoğlu(SİYAD), Gökçe Pehlivanoğlu(Kısa Filmci), Mansoora Hassan(Birleşmiş Milletler), Murat Akser (Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi), Natali Yeres (Sanat Yönetmeni), Thomas Balkenhol (ODTÜ Gisam Öğretim Görevlisi-Kurgucu), Zeynep Ünal’dan (Altın Koza Film Festivali) oluşurken, 12 finalist film arasından ‘Övgüye Değer Film’ ve ‘Jüri Özel Övgüsü’ filmlerini seçecek olan 1 El. Jürisi ise şu isimlerden oluşuyor:
"Ali Murat Güven (Sinema Yazarı ve Tarihçisi), Bülent Özkam (Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi), Derviş Zaim (Yönetmen), Ebru Ceylan (Kısa Film Yönetmeni, Oyuncu), Prof. Dr. Feride Aksu Tanık (Kısa Film Yönetmeni, Ankara Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı), Janset (Oyuncu), Kenan Görgün (Senarist, Belçika), Nilüfer Açıkalın (Oyuncu), Selim Demirdelen (Yönetmen, Müzisyen)."
-2. EL FESTİVALDEN 1. EL FİKİRLER
2. El Kısa Film Festivali, 4. yılında yine pek çok sürprizle sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Festival, "Fest-Card" uygulaması ile bu yılda tüm etkinliklerden ücretsiz faydalanma ve indirim imkânı sunuyor. "Fest-Card"la sinemaseverler festival tarihleri boyunca, Green Screening tekniğinin öğretileceği "Waag Society" atölyesine yüzde 50 indirimli, diğer festival atölyelerine, özel film gösterimlerine, ön gösterimlere, sergilere, seminerlere ise ücretsiz katılma olanağı yakalayacak. Yine Fest-Card seri numarası ile başvuran ilk 100 kişi 5 Mart’ta Ankamall Sanatolia Sahnesi’nde gerçekleşecek Suzan Kardeş konserine bilet kazanma şansı elde edecek. Yapılacak çekilişte kazanan 10 kişiye festivalin ağırladığı ünlü konuklarla akşam yemeği eşliğinde tanışma fırsatı, diğer 10 kişi de "Kapanış Kokteyl"ine katılma fırsatı kazanacak. "Fest Card", Fevzi Çakmak 1 sok. No: 16/13 Kızılay adresinde bulunan festival ofisinden ya da İmge Kitapevi’nde 10 TL karşılığı alınabilecek.

!f 2010'un Ankara ayağı başlıyor


!f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin Ankara ayağı bugün başlıyor.

Keş!f, Hit Filmler, Erkeklik Halleri, Sesli Yaşam, Fantastik Filmler, Sessiz ve İsyankar, Dünyanın Çivisi, “Açılım”, Gökkuşağı, !f Kült, !f Kısalar, Nöbetçi Sinema ve Özel Gösterim bölümleri altında birçok bağımsız yapım Ankaralı seyircilerle buluşacak.

Gösterimler CEPA Alışveriş Merkezi’ndeki AFM salonlarında gerçekleşirken, Türkiye’den Kısalar bölümündeki kısa filmler de Ankara Üniversitesi (AÜ) İletişim Fakültesi (İLEF), ODTÜ Görsel İşitsel Sistemler Araştırma ve Uygulama Merkezi (GİSAM) ve Türk-İngiliz Kültür Derneği’nde (TBA) izlenebilecek.

Ankara'daki program, 25-28 Şubat tarihleri arasında, 4 gün sürecek. Gösterimler bugün, "Dünyanın Çivisi" bölümündeki, gıda endüstrisinin şok edici yüzünü gözler önüne seren Food, Inc (Gıda, Ltd.) adlı belgesel ile başlıyor. Kısa film programı da bu sabah AÜ İLEF'de, "Biz Burada İyiyiz" başlıklı seçki ile başlayacak.

Filmlerin gösterim şemasına festivalin web sitesinden ulaşmak mümkün. Bilet fiyatları tam 12 TL, öğrenci 10 TL. Hafta içi saat 19.00’a kadarki gösterimler ve yerli filmler 5 TL iken 21.30 - 22.00 seansları 13 TL.

Adam Adam oyunu NHKM'de


Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde Cumartesi günü Nuri Gökaşan’ın Adam Adam oyunu sahne alacak.

Nuri Gökaşan’ın yazarlığını, yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığı Adam Adam oyunu kişi ve temasını ele alarak insanın bağımsızlığı ve özgürlüğü ne kadar istese de ondan uzaklaşabileceğini anlatıyor.

Yazar, düşünür ve akademisyen Prof. Şahin Yenişehirli’nin oyunla ilgili değerlendirmesi şöyle: “Kişi ve toplum… Trajik bir yazgı… İnsanın varoluşu ne denli bağımlı. Ne denli bağımsızlığı ve özgürlüğü isteseniz de o denli uzaklaşabiliyorsunuz onlardan. Hele kendinizden uzaklaştığınızda kendinizi yakalayamıyorsunuz. Düşünen heykel sizsiniz, siz düşünen heykelsiniz! Siz de o heykel gibi yalnızsınız, sizi herkes terkediyor ama eğer siz kendinizi terk ederseniz... YIKILIŞ VE BOZULUŞ. Bütün bunlar birer gerçek fısıltı ve kendinizi ararken yabancılaşma. Sonunda yere yıkılan adam toplumun kirliliğinin ta kendisidir. Kişiliği yitirilen toplumun adamıdır; adam...”

Oyun 27 Şubat Cumartesi günü 18:30'da Ruhi Su Salonu’nda sergilenecek. Ayrıntılı bilgiyi (0216) 414 22 39 numaralı telefondan ve Ali Suavi Sokağı (Sanatçılar Sokağı), No: 7, Bahariye – İstanbul adresinden edinebilirsiniz.

Manzara iyi de işin duygusu nerede?


King Kong gibi Cennetimden Bakarken de, neden göründüğü kadar harika olmadığını merak ettiren, duygusuna yeterince yoğunlaşılmamış, manzaranın ardına yeterince çalışılmamış bir film
CENNETİMDEN , iki ayrı dünyadan oluşuyor. Cennetin kıyısındaki 'ara dünya', 'new age' felsefesi ya da 'psyhcedelic' sanatın estetiğiyle hayal edilmiş bir yer: Pastel renkler, mükemmel çayırlar, her şeyin içinde yüzdüğü bir gökyüzü. Haleler ve hüzmeler. Alt katta, yerküre üzerinde, 14 yaşındaki Susie Salmon'un (Saoirse Ronan) cinayetinin araştırıldığı, parlak bir 70'ler Amerikan banliyösü var. Susie, olan biteni yukarıdan seyrediyor; bazen geride kalanlara varlığını hissettirdiği bile oluyor. Babası (Mark Wahlberg), katili (Stanley Tucci) yakalamayı takıntı haline getirirken, annesi (Rachel Weisz), kaybını bilinçaltında bir yerlere kilitleme çabasında. Onların serbest kalmasının tek bir yolu var: Susie'nin intikam tutkusunun sönmesi ve yeryüzünü tamamen bırakmaya hazır olması. Peter Jackson'ın, tanıdık ekibi Fran Walsh ve Philippa Boyens'le birlikte Alice Sebold'un romanından yaptığı uyarlamaya bakarsak, Yüzüklerin Efendisi'nin prodüksiyon odaklı film yapım anlayışı, yönetmenin hala biraz üzerinde. King Kong gibi Cennetimden Bakarken de, 'neden?' göründüğü kadar harika olmadığını merak ettiren, belki de duygusuna yeterince yoğunlaşılmamış, manzaranın ardına yeterince çalışılmamış işler. Seyirciyle, Jackson'ın B-filmlerindeki kara mizahın veya Cennet Yaratıkları'ndaki dramanın yerine geçecek kadar sıkı bir bağı yok filmin. "Mükemmel dünyasına hapsolmuş" Susie'nin bakışına tabi olduğumuz için, geride kalanlara onun gibi camın ardından bakıyoruz. Bu filmin hem tutarlı hem de 'içine almayan' tarafı. Yaşayanların duygularını, cinayeti araştırmak, kaçıp gitmek gibi eylemleri üzerinden tahmin etmemiz ve yeryüzündeyken, temelde katilin yakalanmasıyla oyalanmamız gerekiyor. Serseri anneannenin (Susan Sarandon) gönlü hafif komedisi ise, kendi başına ortada duran bir şey. Susie'nin yaşadığı dehşete birebir tanık olmayışımız, anlaşılır. Ama kederinin karanlık tarafına daha yakından eşlik etmenin, filmdeki ferahlığa da katkısı olabilirdi.

25 Şubat 2010 Perşembe

hergün bir şair (İlhan Berk)


Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu'ndan mezun olmuş, Espiye'de iki yıl ilkokul öğretmenliğinden sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girdi. Enstitünün Fransızca bölümünden mezun (1944) olan Berk, 1945-1955 yılları arasında Zonguldak, Samsun ve Kırşehir'de ortaokul ve liselerde Fransızca öğretmenliği yaptı. 1956 yılından itibaren on üç yıl boyunca Ankara'da T.C. Ziraat Bankası'nın Yayın Bürosu'nda çevirmenlik yaptı.
Bu süre içinde modern dünya şiirinin iki büyük şairi sayılan Arthur Rimbaud ve Ezra Pound'un şiirlerini çevirerek kitaplaştırdı. Bu tarihten sonra kendini tümüyle yazmaya verdi ve bir anlatı kitabı dışında, yalnız şiir ve şiire ilişkin yazılar yazdı. Kül adlı kitabıyla 1979 yılında Türk Dil Kurumu ve İstanbul kitabı ile de 1980 yılında Behçet Necatigil Şiir Ödüllerini kazandı. 1983'de Deniz Eskisi adlı kitabıyla, Yedi Tepe şiir Armağını'nın 1988'de de Güzel Irmak adlı kitabıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü (F. Edgü ile) aldı. 28 Ağustos 2008 tarihinde Bodrum'da 90 yaşında vefat etti.

İlhan Berk, ilk şiirlerini Manisa Halkevi'nin dergisi Uyanış'ta yayımlamıştır (1935). Berk, 19 yaşındayken Güneşi Yakanların Selâmı adıyla kitaplaştırdığı bu şiirlerinde "hece vezni" kullanmakta ve o dönemin şiir anlayışına özgü bir karamsarlık taşımaktadır. "Sonsuzluk", "kızıl", "hulya", "ateş" en sevdiği sözcükler olarak görünmektedir. Sembolist şiirden esinlenilmiş izlenimi veren imgeler yapmayı sevmektedir: "Bir karanlık gecenin masmavi seherinde / Kızıl başörtünle gül yüzlü bahçede görün".
Dil anlayışı da henüz döneminden kopamamıştır ki, bunu da 19 yaşındaki bir şair adayı için doğal karşılamak gerekmektedir: "Kıpkızıl hulyalı bir renge yükselmeden gün / Bir devrin neşesini taşımakta yüzün". Berk'in ilk kitabına adını veren şiirinin son kıtası da şöyledir: "Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden / Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden / Selâm! Sonsuzlukalra, hasret gönüllerden / Selâm, güneşe, göğü yakanlar bahçesinden!".
İlhan Berk, daha sonra 1940'lara doğru Yeni Edebiyat anlayışı içinde yer almış, Servet-i Fünun (Uyanış), Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak gibi dergilerde yazmıştır. Türk şiirinin en deneyci şairlerinden biri olan İlhan Berk, durmadan yatak değiştirerek, ama bazı sorunsallara hep bağlı kalarak şiirini günümüze kadar eskitmeden getirmeyi başarmıştır.

“Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz.
bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan
ve bana bu yeryüzünü cehennem eden
bu yazmak eyleminden kurtulduğum,
mutlu olduğum bir tek şey var: resim yapmak.”
İlhan Berk

--------------


"ne böyle sevdalar gördüm
ne böyle ayriliklar"

ne zaman seni düşünsem
bir ceylan su içmeye iner
çayırları büyürken görürüm.

her akşam seninle
yeşil bir zeytin tanesi
bir parça mavi deniz
alır beni.

seni düşündükçe
gül dikiyorum elimin değdiği yere
atlara su veriyorum
daha bir seviyorum dağları.

İlhan BERK

Arkadaşı ile Tartışmanın Cezasını Kitap Okuyarak Çekiyor

Fethiye'nin Yanıklar Köyü'nde yaşayan Aliksan Çetin, iki yıl önce bir arkadaşı ile tartıştı. Tehdit olarak algılanan bir sözünden dolayı arkadaşı, Çetin hakkında mahkemeye suç duyurusunda bulundu. Yaklaşık 2 yıl süren mahkeme sonunda, Fethiye 1. Sulh Ceza Mahkemesi Çetin'e 9 ay kamu hizmeti cezası verdi. Sağlık sorunları nedeniyle karara itiraz eden Aliksan Çetin'in şikayetini değerlendiren mahkeme, Çetin'in denetimli serbestlik hakkından faydalanmasına karar verdi. Fethiye Denetimli Serbestlik Müdürlüğü de Çetin'in 9 aylık kamu hizmeti cezasını 5 ay kitap okuma cezasına çevirdi. Mahkeme heyeti Çetin'in her ay bir kitap okumasına karar verdi. Alınan karar doğrultusunda Aliksan Çetin, günlerini şimdi evinde ve bahçesinde kitap okuyarak geçiriyor. Her ay okuduğu kitabın özetini Denetimli Serbestlik Müdürlüğü'ne anlatması gereken Çetin, ilk kitabı olan Gelibolu'yu bitirdi.

Kitap okumayı çok sevdiğini Ceza almadan önce de ayda birkaç kitap okuduğunu anlatan Aliksan Çetin, mahkemenin kararından son derece memnun. Uygulamayı bir Ceza olarak görmediğini ifade eden Çetin, kitap okumanın kendisi için mükafat olduğunu açıkladı. Tartıştığı arkadaşı ile daha sonra barıştığının da altını çizen şimdi kendisiyle muhabbetinin devam ettiğini açıkladı.

Denetimli Serbestlik Müdürlüğü'nün kitap konusunda bir mecburiyetinin olmadığını hangi kitabı okuyacağını kendisine sorduğunu söyleyen Aliksan Çetin, "Şu Çılgın Türkler, Gelibolu, Latife Hanım ve Küçük Şeyler adlı kitapları okuyorum. Bunların içinden sadece Gelibolu isimli kitabın özetini heyete sunacağım. Sadece ben değil herkesin kitap okumasını isterim. Umuyorum bu tür uygulamalar da toplumdaki kitap alışkanlığının kazanılmasına fayda sağlar." dedi.

Eyyvah Eyvah Filminin İzmir Gala Geliri Sokak Çocukları için

BKM Ege Bölge temsilcisi DevAjans'ın Başkanı Erhan Gölbey, BKM Film'in bu sezonun en iddialı filmlerinden olan Eyyvah Eyvah'ın İzmir gala gelirinin sosyal sorumluluk projesi kapsamında "Sokak Çocuklarını Koruma ve Çocuklar Geleceğimizdir" derneğine bağışlanacağının altını çizerek 28 Şubat günü Saat:18.00'de Balçova Kipa Cinebonus Sinemaları'nda düzenlenecek olan "Eyyvah Eyvah" filmi İzmir galasının davetiyelerinin duyarlı İzmirliler tarafından son derece rağbet göreceğine inandığını söyledi.

Ata Demirer'in senaryonusu yazdığı ve başrolünü Demet Akbağ, Özge Borak, Salih Kalyon, Bican Günalan, Bülent Şakrak gibi isimlerle paylaştığı, BKM Film yapımı EYYVAH EYVAH'ın galası onlarca ünlü ismin katıldığı görkemli bir davetle gerçekleşti. 26 Şubat'ta Fiyapı anasponsorluğundan tüm Türkiye ve Avrupa'da vizyona girecek olan Eyyvah Eyvah, Ata Demirer'in ilk senaryosu, Demet Akbağ'ın da sinema perdesindeki ilk komedi rolü olma özelliğini taşıyor.

Yetkililer İlgilenmedi Diye Beslediği Kuşları Tabiata Bıraktı

Mersin'in Mezitli ilçesinde bir vatandaş kendi imkanları ile yaptığı ve 55 çeşit kuş türünün bulunduğu mini hayvanat bahçesinde belediye yetkililerinin ilgilenmediğini iddia ederek, bazı kuşları tabiata bıraktı.
Kuşları hobi olarak beslediğini belirten Yakup Kayacı, kuşlarının sayısını arttırarak belediye tarafından kendine verilen bir alana daha fazla kuş getirerek mini bir hayvanat bahçesi kurduğunu söyledi.

2 yıldır yetkililerin sadece kendisine teşekkür ettiğini ancak destek vermediğini dile getiren Kayacı, "Burayı vatandaşlar ücretsiz olarak geziyor. Yetkililer buranın çok güzel olduğunu söylüyor. Ancak destek vermiyorlar. Bu nedenle seçtiğim bazı kuşlar haricindekileri tabiata bıraktım." dedi. Kayacı, açıklamasının ardından bazı kuşları tabiata bıraktı.

'Can Kızın Rüyası' Giresun'da Sahnelendi

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın proje desteğiyle gerçekleştirilen Freşa Çocuk Şenliği, Giresun turnesindeki ilk oyununu Çağrı Koleji'nde sahneledi.

Freşa Çocuk Şenliği kapsamında beş yılda 250 bin oyun sergileyen Tiyatro Doli, Giresun'da yeniden perdelerini açtı. Ücretsiz olarak ilköğretim okullarında sahne alan Tiyatro Doli, oyuncuları ilk oyunlarında Çağrı Koleji öğrencilerinin beğenisini kazandı.

Dünyadaki en önemli ihtiyaçlardan birisi olan su ve tasarruf konulu "Can Kızın Rüyası" isimli çocuk oyununda Çağrı koleji öğrencileri hem eğlendi, hem bilgilendi.

Tiyatro Doli'nin Yönetmeni Murat Yener "Bugüne kadar Freşa'nın desteğiyle 250 bin oyun sahneledik. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından proje destekli olan" Can Kızın Rüyası" oyunumuzda çocuklarımıza suyun önemini ve tasarruflu olarak kullanılması yönünde eğitici bilinçlendirmektir. Giresun'da 10 ayrı okulda oyunumuzu sergilemeye devam edeceğiz" açıklamasında bulundu.

Edebiyat klasikleri Kürtçe'de


Lis Yayınevi, dünya klasiklerinin orijinal dillerinden Kürtçe’ye çevrilmesi projesinde önemli aşama kat etti. Çeviriler arasında "Shakespeare'in Bütün Soneleri" özellikle göze çarpıyor.

Mehmed Uzun’un “var olmanın sınır noktasında”, “bir edebiyat için var olması zorunlu asgari koşullardan bile yoksun bir edebiyat” olarak nitelendirdiği Kürt edebiyatı için son yıllarda umut verici gelişmeler yaşanıyor.

Modern Kürt edebiyatının oluşabilmesi için beslenilecek kanalları yaratma kaygısıyla yola çıkan Lis Yayınevi (Weşanên Lîs), bu konuda en çok emeği olan kurumlardan biri. 2004’te Diyarbakır'da yayın hayatına başlayan Lis Yayınevi, bir yandan Kürtçe yazılı eserleri derlerken, bir yandan da dünya klasiklerini Kürtçe’ye kazandırmaya çalışıyor.

2007’de Kürt edebiyatının klasikleri sayılabilecek belli başlı eserleri yayına hazırlayan ve “Ehmedê Xanî Kitaplığı” adı altında 19 kitaplık bir set olarak okurla buluşturan Lis Yayınevi, şimdi "100 Dev Eseri Kürtçeye Kazandırma Projesi" kapsamında çevirilere yoğunlaşmış durumda.

Proje kapsamında şimdiye dek William Shakespeare, William Faulkner, J. M. Coetzee, John Steinbeck, Ernest Hewingway, O. Henry, Alan Paton, Oscar Wilde, Selma Lagerlöf ve Heinrich Böll'ün eserleri Kürtçe’ye kazandırıldı. Proje kapsamında 5 kitap, İsveç Konsolosluğu’nun da katkılarıyla İsveççe’den Kürtçe’ye çevrildi. Çevirisi süren kitaplar arasında Goethe ve Vedat Türkali’nin eserleri var.

Lis Yayınevi ayrıca, Diyarbakır merkezli olarak kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerine karşı faaliyet yürüten Kadın Merkezi’nin (KAMER) de katkılarıyla, bir dizi kadın yazarın kitaplarını Türkçe’den Kürtçe’ye çevirdi. Şimdiye dek beş kitaba ulaşan “Mor Mühürler Dizisi” kapsamında Leyla Erbil, Oya Baydar, Müge İplikçi, Sema Kaygusuz ve Jaklin Çelik'in öykülerinden seçkiler, kitabın bir yarısı Türkçe, diğer yarısı Kürtçe olmak üzere basıldı.

"Anadili derinleştirmek için çeviri çok önemli bir araç"
Lis Yayınevi’nin çevirileri arasında en göze çarpan eser ise, "William Shakespeare’in Bütün Soneleri" (Hemû Soneyên William Shakespeare). Yaklaşık 16 yıllık bir çalışma sonunda 154 soneyi çeviren Kawa Nemir, kitabın önsözünde Kürtçe yazan bir şair olarak en önemli kaygısının Kürtçe’yi derinleştirebilmek olduğunu, anadilinin anlatım olanaklarını zenginleştirmek için de çevirinin çok önemli bir araç olduğunu vurguluyor. İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu olan Nemir, bu amaçla çevirilecek eserlerin titizlikle seçilmesi gerektiğini, kendi dili olan İngilizce’de en üst düzeyde soyutlamalara ulaşan Shakespeare'i bu anlamda bir hazine olarak gördüğünü ve Shakespeare'in hem şiir hem de tiyatro eserleri üzerinde yıllarca çalıştığını belirtiyor.

"Zorlandım ama Kürtçe'nin zenginliğini keşfetmiş oldum"
Kapalı bir anlatım ve üst düzey söz sanatları içeren şiir ve tiyatro eserlerini çevirirken zorlandığını, bu güçlüğü aşmak için klasik Kürt divanlarından farklı yörelerin ağızlarına kadar çok farklı formları buluşturmak zorunda kaldığını belirten Nemir, “Bu süreçte belki zorlandım ama Kürtçe‘nin zenginliğini de görme şansı buldum” diyor.

Shakespeare dışında T.S. Eliot, Edgar Allan Poe, William Butler Yeats, Ezra Pound, Langston Hughes, William Blake, Walt Whitman, Emily Dickinson ve Ted Hughes gibi İngiliz ve Amerikan edebiyatının önemli isimlerinden çeviriler yapan Nemir, Shakespeare’in Kürt edebiyatındaki dengi olarak gördüğü Ehmedê Xanî’nin ünlü eseri Mem û Zîn'i de İngilizce’ye çevirmek istediğini belirtiyor.

"Bu bir kültür savaşı"
ANF'nin yaptığı bir söyleşide Kürtçe edebiyatın okur kitlesinin oldukça sınırlı olması nedeniyle yaşanabilecek finansman sıkıntıları hakkındaki soruyu yanıtlayan Kawa Nemir, şunları söylüyor: “Bu işleri birileri desteklese iyi olur, ama olmasa da ben yoluma devam ederim. Özellikle Shakespeare'den ve başka büyük yazarlardan 80 civarında çeviri yapmış durumdayım. Tümü yayınlanmayı bekliyor. Bunları yaparken de dünyadan ve yaşamdan feragat ettim. Maddi anlamda hiçbir fayda görmedim. Bunu dilim için, kendi dil dünyam için yaptım; bu yüzden de herkesten daha zenginim diyebilirim. Bu iş, benim için bir ölüm kalım meselesi. Bir kültür savaşı. Çünkü bir insan ve bir Kürt olarak yaşamak istediğim dünya böyle bir dünya değil. Çeviriyi usulüne göre yapan insan sayısı arttığı zaman ben bu işi bırakırım. Ölmeden önce çevirmek istediğim 200'ün üzerinde büyük roman var. Ama keşke çok kişi çıksa ve ben bu işi yapmak durumunda kalmasam.”

Öte yandan, Kawa Nemir'in çevirdiği "Romeo ve Juliet", bugünlerde Tiyatro Avesta tarafından sahneye koyuluyor. Çevirmen ve tiyatro ekibinin birlikte günümüz Kürtçesine uyarladıkları oyunun provaları sürüyor.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Alkazar Sineması kapanıyor


Uzun yıllar boyunca piyasa filmlerinden kaçınarak sanat filmlerine perdelerini açan sinema 'maddi ve manevi' olarak daha fazla direnemeyeceğini açıkladı.

İstanbul Beyoğlu’ndaki Alkazar Sineması uzun süredir yaşadığı zorluklar nedeniyle kapanacağını açıkladı. Sanat sineması olarak faaliyet gösteren küçük ve iddiasız Alkazar Sineması 28 Şubat 1994 yılında bütünüyle yenilenerek açılmış ve “Germinal” filminin gösterimiyle izleyicisiyle buluşmuştu. Sinema yönetimi artık sadece sınırlı sayıdaki izleyicisinin bilet satış geliri ile yetinemediğini açıklayarak maddi ve manevi olarak direnecek gücü kalmadığı için kapanacağını bildirdi.

Bir veda mektubu yazan yönetim, “Büyük alışveriş merkezlerindeki son derece yüksek yatırımlarla yapılan, teknolojik olanaklarla donatılmış olan ve popüler, ticari filmleri izleyiciye sunan 8-10 perdeli sinema salonlarına karşı ya da yanı başında adeta kahraman bakkallar gibi küçük, iddiasız sanat sineması olmayı sürdürecek gücümüz ne yazık ki kalmadı” dedi.

Sinema salonunu kapanması nedeniyle Alkazar müdavimlerinden ve dostlarından özür dileyen yönetim, “sinemaları birer sanat mekanı değil de, eğlence mekanı olarak görüp olağan vergisel yükümlülüklerinin yanı sıra ayrıca bir de eğlence vergisi adıyla ek yükümlülük getiren, sinema salonlarını Amerikan film endüstrisinin popüler, ticari filmlerine mahkum eden merkezi yönetim, Kültür Bakanlığı, Belediye yönetimleri adına” da müdavimlerinden özür diledi.

“Tek dileğimiz, başka beyaz perdelerin kararmamasıdır” ifadesiyle sonlanan mektupta sinemanın 1 Mart 2010 tarihi itibariyle kapanacağı belirtildi.

Müziğin aynasında Anadolu!


Yedi yıllık bir emeğin sonucunda ortaya çıkan Anadolu'nun Kayıp Şarkıları, bu toprakların sesinin belgeseli. 40 bin kilometre yol kat edilerek, canlı kaydedilen şarkılar Anadolu'nun hikâyesini anlatıyor
Yaklaşık 10 bin yıldır onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu, müzikal zenginlik anlamında da dünya üzerindeki en bereketli topraklardan biri. Şimdi o zenginliği, halk türkülerini, ses ve görüntü olarak kayıt altına alan bir müzikal belgesel çekildi. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Nezih Ünen'in yaptığı Anadolu'nun Kayıp Şarkıları, yurt dışında benzerlerine çokça rastlansa da, müzikal belgesel türünün Türkiye'deki en ciddi örneklerinden biri. Geçen yıl Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde ilk gösterimi yapılan ve daha sonra Antalya Altın Portakal, Selanik ve Montpellier film festivallerinde gösterilen belgeselin temelini oluşturan şarkılar, Kalan Müzik'ten, aynı adla, CD olarak yayınlandı. Albüm, Çukurova'dan Güneydoğu'ya, İç Anadolu'dan Karadeniz yaylalarına kadar yol kat ederek harcanmış bir emeğin ürünü aslında. Bingöl kartal oyunu, Kırşehir bozlağı, Hemşin türküleri bir arada. Davul, zurna, kemençe, bağlama, duduk ve bendir, destan söyleyen ninelerin, ağıt yakan dengbejlerin ve her bölgenin kendine has insanlarının seslerine karışıyor. Birbirlerini neredeyse hiç tanımamış farklı etnik unsurların yüzyıllardır yaşadıkları acıları, sevinçleri ve kızgınlıkları müzikal olarak nasıl aktardıklarını, Anadolu topraklarındaki ortak duyguları Türkçe, Ermenice, Süryanice, Farsça, Rumca, Kürtçe türkülerde duymak mümkün.

ÖRNEK PETER GABRIEL
Nezih Ünen, belgesel için yedi yıl uğraşmış. Müzik grubuyla farklı bölgelerde canlı ve provasız kaydedilen sesleri albümde modern bir sound'la harmanlamış ve düzenlemeler yapmış. Neticede ortaya arşivlik bir çalışma çıkmış. Ünen ve topluluğu, fondaki görüntü ve seslere modern enstrümanlarla eşlik ederek Avrupa'nın çeşitli kentlerinde konserler de vermiş. Müzik çalışmalarında Anadolu ezgilerini önemli bir kaynak olarak gördüğünü söyleyen Ünen, bu projeye nasıl başladığını şöyle anlatıyor: "Fikret Kızılok'un Anadoluyum parçası beni hep kışkırtmıştır bu konuda. Ayrıca Peter Gabriel'in yıllar önce yayınladığı Passion albümünde bu topraklardan müzikal unsurlar kullanması da beni etkilemişti. Ama ben Gabriel'den farklı olarak, daha fazla nüfuz ederek bir şeyler yapmak istedim. Gabriel albümde arşiv kayıtları kullanmıştı. Biz ise gerçekten yollara düşüp bu işi yapmak istedik." İlk çektikleri görüntüleri ve sesleri izleyenlerin çok etkilenmesi üzerine, bunu bir film haline getirme fikri oluşmuş Ünen'in kafasında. "Kendi hikâyesini kendi anlatan, sürükleyici bir yolculuk filmi çıktı ortaya" diyor Ünen. 2002'de ve 2005'te birer aylık iki Anadolu turu, daha sonra ise pek çok kısa süreli seyahatler yaptıklarını kaydeden Ünen, 40 bin kilometre yol kat ettiklerini de sözlerine ekliyor. Ünen, filmi ve albümü 140 ayrı performans arasından seçim yaparak ortaya çıkardıklarını ve bölgeler arası dağılımda denge gözetmeye çalıştıklarının altını çiziyor.

Balenin Don Kişotlar'a ihtiyacı var


Don Kişot balesini modern bir yorumla sahneye koyan Devlet Opera ve Balesi Başkoreografı Mehmet Balkan, "Artık balede yerele yönelme vakti" diyor
DÜNYANIN birçok yerinde, 140 yıldır seyirciyle buluşan Don Kişot balesi, dokuz yıl aradan sonra yeniden İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nce sahnelenmeye başlandı. Cervantes'in aynı isimli klasiğinden sahneye uyarlanan eser, Devlet Opera ve Balesi Başkoreografı Mehmet Balkan'ın modern koreografisi ile Lale Balkan ve Deniz O. Yamanus tarafından sahneye konuyor. Mehmet Balkan, Köln, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Tokyo, New York, Londra gibi şehirlerde, Avrupa ve dünyanın önemli sanat kurumlarının büyük prodüksiyonlarında, 1970'lerden itibaren başrollerde yer almış, bol ödüllü bir sanatçı.

"1600'lü yıllardan günümüze kadar gelmiş çok özel bir hikâye Don Kişot" diyen Balkan, eserin klasik çizgisinin kırıldığını, çağdaş dansa yakın bir tarzda hazırlandığını söylüyor.

Bir buçuk aydır, toplam 200 kişinin ortak çalışmasıyla ortaya çıkan Don Kişot balesi, maalesef sorunlarla boğuşuyor. Bir kere, Atatürk Kültür Merkezi'nin kapatılması yüzünden eser, Süreyya Operası'nda orkestrasız olarak sahneleniyor; yer darlığından orkestra çukuru kapatılarak dans alanına eklenmiş. Balkan, özlemle AKM'ye geçecekleri günü beklediklerinin altını çiziyor.

NABZI TUTMAK GEREK
Uzun bir süre yurt dışında görev yapan Balkan, şimdilerde Türkiye'de üretmenin öncelikli hedefi olduğunu söylüyor. Önümüzdeki süreçte İstanbul'un fethi ile ilgili de bir koreografi hazırlamak istediğini belirten Balkan'a göre, "Dünya repertuarlarından ziyade Türkiye'nin kendi müziklerine, kendi hikâyelerine eğilme zamanı".

Balkan, "250-300 yıllık bale ve opera tarihi içinde zaman zaman inişler çıkışlar olmuştur, olacaktır. Koreograflara ve rejisörlere büyük görev düşüyor. Seyircinin nabzını tutacak eserlerle seyircinin karşısına çıkarsak, bu ilgisiz dönemleri atlatırız. Yaklaşık 20 yıl önce operada ciddi bir kriz yaşandı. Carreras, Domingo, Pavarotti çıkıp 'Üç Tenor' adıyla konserler düzenledi, operaya yeniden can verdiler. Tabii ki Mozart, Verdi, Beethoven çalınmalı, ama biz özümüze dönerek kendi içimizden çıkan bestecileri, kendi müziklerimizi, yedi bölgemizin dansını, muhteşem hikâyelerimizi kullanarak bir şeyler yapalım" diyor.

Don Kişot, bugün ve 27 Şubat'ta Süreyya Operası'nda sahneleniyor.

'Harikalar Diyarında' boykot!


ABD'Lİ yönetmen Tim Burton'ın merakla beklenen son filmi Alice Harikalar Diyarında gösterime girmeden tartışmaları başladı. Filmin yapımcı firması Disney'in, filmin DVD'sini 17 hafta yerine 12 haftalık bir aradan sonra piyasaya süreceğini açıklamasının ardından sinema salonları filmi boykot kararı almıştı. Hollanda'nın ardından şimdi de İngiltere, İtalya ve İrlanda sinemaları bu boykota destek vereceklerini açıkladı. 100 sinema salonuyla İngiltere'nin en büyük sinema zinciri olan Odeon boykotun başını çekiyor. Fakat boykot, filmin Odeon Leicester Square'de yapılacak İngiltere galasına sekte vurmayacak. Odeon'dan sonra, İngiltere'nin en büyük iki sinema zincirleri olan Cineworld ve The Vue, Disney'le yaptıkları özel anlaşmanın ardından, filmi göstereceklerini açıklamıştı.

Yine Grizu, yine onlarca can...


Affet beni, tanrım; ne kadar az öldüm!
César Vallejo

Vallejo acaba Dursunbey’de ölen 13 madencinin ağzından mı yazmış bu sözleri diye geçirdim içimden. Öyle ya “Tanrı”ları 17 insanın öldüğünü açıkladılar da sonrasında 13 olduğu anlaşıldı bir daha nefes almayacakların sayısının.

Grizu patlamasında 13 ölü! diye geçiyordu ajanslar haberlerini ve daha 3 ay önce benzer bir şekilde ölen 19 işçiyi hatırlatmadan edemiyorlardı.

Ne kadar da kolay söylüyorlar değil mi? Grizu patlamasında 13 ölü.. İnsanlar dinliyorlar, insanlar anlatıyorlar.. 13 hayattan bahsediyorlar da kolayca, ellerine bir iğne battığında tatlı canlarına titrediği kadar titreyemiyor içleri.. 13 hayattan bahsediyorlar da, ya onların çocukları, aileleri, akrabaları ya arkadaşları?

Çok şey istemiyorum şuan,
Sadece arkanıza yaslanın birkaç dakikalığına ve kendinizi değil en yakınınızdakileri düşünün. Onların yitimini, bir patlamayı ve isimlerinin bile geçmediği sadece “13” olarak adlandırıldıkları ajans saatlerini gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Belki bir nebze de olsa anlarsınız “13” şeklinde bahsedilecek kadar basit olmadığını ortaya çıkan tablonun.. Tam 69 gündür devam eden TEKEL direnişine gösterilen ilginin onda biri gösterildi mi acaba Bursa’daki patlamaya.. TEKEL “direnmeden” bir ay öncesiydi oysa, her şey taze olmalıydı şimdi ve patlamasına izin verilmemeliydi 13 hayatın. Yeniden ve tekrar tekrar aynı sahnelerin oynandığı bir filmi izlemekten sıkılanlar seslerini çıkarsalardı da kumanda niyetine “tanrı” değiştirseydi kanalı? Balıkesir, Bursa olmasaydı.. “13” can hiç olmasaydı..

Tamam beylik laflar etmiyorum, amenna. Ne söylersiniz kabulüm ulan! Ama arkanıza yaslananın bir düşünün be! Bir düşünün yarın sokağa çıkamayacak olacağınızı. Bir düşünün eve gelmenizi bekleyen çocuklarınızın kırılan umutlarını. Kendinizi toprağın altına koyun hele ve 50 metre ötenizde kalaslar altında kalan arkadaşlarınızın çığlıklarını dinleyin! Sonra nefesinizi tutun bir de, bakalım ne kadar dayanabiliyorsunuz. Ne kadarınızın canı, ne kadar acıyor!!

TEKEL’e yüz binler olup can olanlar, madendekiler yeraltında, madendekiler gözükmüyor diye mi onları unuttular? Hani fayda yoktu tek başına? Hani ya hep beraber ya hiçbirimizdi? Onlar işçi değil mi? Onlar can, onlarınki emek değil mi? Şimdi elbet birkaç adım atılacaktır madenlere doğru ama geç değil mi vakit? Tan ağarmasına ömürler yok mu daha? 3 ay önceydi be! Daha 3 ay önce 19.. Üç ayda hangi birini unuttunuz? Hani adımlar? Hani kavga? Hani emek? Şimdi mi? Şimdiyi boşverin, konuşmayın.. Bana 3 ay sonrasını anlatın. 3 ay sonra hangi maden, hangi can?!


uur

23 Şubat 2010 Salı

Sanat Kurumu, Devlet Tiyatroları'nı Ödüle Boğdu

Sanat Kurumu'nun 2008-2009 Sezonu için 16 dalda verdiği Geleneksel Tiyatro Ödülleri'nden 10'u Devlet Tiyatroları'nın oldu. Sanat Kurumu "Hizmet Ödülü"ne de Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin değer görüldü.
Snat Kurumu tarafından her yıl verilen, Tiyatro Geleneksel Ödülleri'nin bu yılki sahipleri belli oldu. Toplam 16 dalda verilen ödüllerin 10'unu Devlet Tiyatroları elde etti. Buna göre, En İyi Kadın Oyuncu "Sokrates'in Son Gecesi" ile Melek Baykal, "Fosforlu Cevriye" ile Nermin Uğur, Övgüye Değer Kadın Oyuncu "Eşik" ile Deniz Gökçe Kayhan, En İyi Erkek Oyuncu "Galilei'nin Yaşamı" ile Tamer Levent, En İyi Sahne Tasarımı "Fırtına" ile Elena Ivanova, En İyi Giysi Tasarımı "Genç Osman" ile Gülümser Erigür, En İyi Işık Tasarımı "Fırtına" ve "Genç Osman" ile Şükrü Kırımoğlu, En İyi Sahne Müziği "Fosforlu Cevriye" ile Attila Özdemiroğlu, En İyi Hareket Tasarımı ve Dans Düzeni "Fosforlu Cevriye" ile Özden Aktürk, Yayın ve Tanıtım Tasarım Ödülü de Gökhan Yolcu'nun oldu.

evlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ise başarılı çalışmalarından dolayı "Sanat Kurumu Hizmet Ödülü"ne değer görüldü.

Ödüller sahiplerine Sanat Kurumu tarafından 1 Mart 2010 Pazartesi saat 19.30'da Küçük Tiyatro'da düzenlenecek törenle verilecek.

Devlet Tiyatroları Mart Turnesi'nde

Devlet Tiyatroları(DT) Mart ayında, 10 Bölgeden, 23 değişik oyun, 8 yerleşik turne sahnesiyle "Her ay her ilde tiyatro' kapsamında, 18 değişik turne sahnesinde toplam 74 temsil verecek.
DT'nin 2010 Mart turne programına göre; Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, yapımı Turgut Denizer'in yazdığı, Hakan Şahin'in yönettiği çocuk oyunu "Büyüyünce Ne Olacaksın" ve Ahmet Nuri'nin yazdığı, Yılmaz Öğüt'ün günümüz Türkçesine uyarladığı, Volkan Özgömeç'in yönettiği "Ceza Kanunu" 1 Mart"ta; Orhan Asena'nın yazdığı, Tamer Levent'in yönettiği "Ölümü Yaşamak" ise 8 Mart'ta Mardin'de sahnelenecek.
Karel Capek'in yazdığı, Armağan Sancar Ersin'in çevirdiği, Barış Eren'in yönettiği Antalya Devlet Tiyatrosu yapımı "Ana" 1 Mart Pazartesi Beymelek'te, 11, 12, 13 Mart'ta Gaziantep'te, 17, 18 Mart'ta Elazığ'da, 19, 20 Mart'ta Malatya'da, 15 Mart'ta Adıyaman'da olacak.

Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı, İnanç Yılan'ın yazdığı, Cem Emüler'in yönettiği "Anam Bacım Avradım" 4, 5, 6 Mart'ta Gaziantep'te; Nihat Asyalı'nın yazdığı, Prof. M.Bozkurt Kuruç'un yönettiği "Rab Şeytana Dedi ki" 2, 3 Mart'ta Samsun'da, 5, 6 Mart'ta Çorum'da; Cem Günen'in yazdığı, Semih Sergen'in yönettiği "Hünkar ve Mimar" 12, 13 Mart'ta Zonguldak'ta; Hatice Meryem'in yazdığı, Funda Mete'nin derlediği ve yönettiği "Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun" 24, 25 Mart'ta Elazığ'da, 26, 27 Mart'ta Malatya'da; Behiç Ak'ın yazdığı, Serhat Nalbantoğlu'nun yönettiği "Tek Kişilik Şehir" 23, 24 Mart'ta Samsun'da, 26, 27 Mart'ta Çorum'da; Refik Erduran'ın yazdığı, Tansu Aytar'ın yönetmenliğini yaptığı "Kahramanlar Öldü Mü?" 26, 27 Mart'ta Zonguldak'ta, 23 Mart'ta Karabük'te, 24, 25 Mart'ta Bartın'da; Brita Kutchmy'nin yazdığı Çağman Pala'nın dilimize çevirdiği, Işıl Kasapoğlu'nun yönetmenliğini yaptığı çocuk oyunu "Narnia Günlükleri" 22 Mart Pazartesi günü Eskişehir'de temsil edilecek.

İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı, Haluk Işık'ın yazdığı, Hülya Savaş Akdoğan'ın yönettiği "Yollarda" 5 Mart'ta Ödemiş'te; Ahmet Mithat Efendi'nin yazdığı, Türel Ezici'nin uyarladığı, Levent Suner'in yönettiği "Felatun Bey İle Rakım Efendi" 9, 10 Mart'ta Samsun'da, 12, 13 Mart'ta Çorum'da; Sam Bobrick'in yazdığı, Ekin Tuncay Turan'ın çevirdiği, Metin Oyman'ın yönettiği "Bavul" 16 Mart'ta Manisa'da, 18, 19, 20 Mart'ta Gaziantep'te, 25, 26 Mart'ta Aydın Kültür Merkezi Dr.Hidayet Sayın Sahnesi'nde, 23 Mart'ta Muğla'da sahnelenecek.

Bursa Devlet Tiyatrosu yapımı, İhsan Sanıvar'ın yazdığı, Ali Hürol'un yönettiği "Bu Dizi Başka Dizi" 3, 4 Mart'ta Elazığ'da; 5, 6 Mart'ta Malatya'da; Feyzullah Arslan-Nermin Ertürkmen'in yazdığı, Mehmet Gökçer'in yönettiği "Yarınlara Geç Kalmadan" 8 Mart Pazartesi günü Gönen'de olacak.

Şirin Aktemur Toprak-Gökhan Aktemur'un yazdığı, Umut Toprak'ın yönettiği Konya Devlet Tiyatrosu yapımı "Gılgameş" 8 Mart Pazartesi günü Alanya'da tiyatroseverlerle buluşacak.

Sivas Devlet Tiyatrosu yapımı, Anton Çehov'un yazdığı, Neil Simon'un uyarladığı, Sevgi Sanlı'nın çevirdiği, Cevat Duman'ın yönettiği "Sevgili Doktor" 10, 11 Mart'ta Elazığ'da, 12, 13 Mart'ta Malatya'da; Turgut Özakman'ın yazdığı, Doğan Yağcı'nın yönettiği "Duvarların Ötesi" 16, 17 Mart'ta Samsun'da, 19, 20 Mart'ta Çorum'da sahnelenecek.

Dario Fo'nun yazdığı, Füsun Demirel'in çevirdiği, Tolga Evren'in yönettiği Van Devlet Tiyatrosu yapımı "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" 16 Mart'ta Muş'ta, 17 Mart'ta TatVan'da, 18 Mart'ta Bitlis'te, 19 Mart'ta Siirt'te, 25, 26, 27 Mart'ta Gaziantep'te temsil edilecek.

İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı, Duşan Kovaçeviç'in yazdığı, Başar Sabuncu - Bilge Emin'in çevirdiği, Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği "Profesyonel" 19, 20 Mart'ta Zonguldak'ta, 17 Mart'ta Sakarya'da; Yasmina Rezza'nın yazdığı, Zeynep Avcı'nın çevirdiği, Celal Kadri Kınoğlu'nun yönettiği "Vahşet Tanrısı" 5, 6 Mart'ta Zonguldak'ta, 10 Mart'ta ENKA Kültür Tesisleri'nde olacak.

Ali Cüneyd Kılcıoğlu'nun yazdığı, M.Fatih Dokgöz'ün yönettiği Trabzon Devlet Tiyatrosu yapımı "Televizyon Cumhuriyeti" de 22 Mart Pazartesi günü Rize İsmail Kahraman Kültür Merkezi Sahnesi'nde sanatseverlerle buluşacak.

Çocuklar için Notada Yazmayanlar İş Sanat'ta Devam Ediyor.


Oyuncu Memet Ali Alabora ve piyanist Emir Gamsızoğlu, geçen sezon gördükleri yoğun ilgi üzerine çocuklara klasik müzik sevgisi aşılamayı hedefleyen interaktif gösterilerini İş Sanat'ta sahneleyemeye devam ediyorlar.

Çocuklar bu eğlenceli gösteri ile bebeklikten itibaren dinledikleri birçok ninniden, çok sevdikleri ünlü çocuk şarkılarına kadar klasik müziğin aslında kendilerine hiç de uzak olmadığını keşfediyorlar.

Yıllarca klasik müzik sayesinde çok eğlenen ikili, bu eğlenceli projeyi Türkiye'nin pek çok yerinde yetişkinlerle paylaştıktan sonra şimdi de İş Sanat'ta çocuklarla buluşturuyor.

"Klasik müzik deyince aklınıza ne geliyor" sorusundan yola çıkan gösteri çocukları klasik müziğin büyülü dünyasını keşfe çıkarıyor. Çocuklar gösterinin bir parçası olan soru cevaplarla öğrenirken, aynı zamanda klasik müziğin en güzel örneklerinden bir seçkiyi de dinliyorlar.

Emir Gamsızoğlu ve Memet Ali Alabora, çocuklara bildikleri melodileri dinletmek, bilmediklerinden keyif almalarını sağlamak ve müzikli hikâyeler anlatmak üzere müzisyen arkadaşları viyolonsel sanatçısı Jülide Canca ve keman sanatçısı Deniz Toygür ile birlikte İş Sanat sahnesinde olacaklar.

hergün bir şair (Hasan Hüseyin Korkmazgil)


1927'de Sivas'ın Gürün ilçesinde doğan Hasan Hüseyin, Adana Erkek Lisesi'ni 1948'de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nü 1950'de bitirdi. Öğretmenliği Göksun'da başladı. Siyasi eylemleri gerekçesiyle öğretmenlikten atıldı, tutuklandı, hüküm giydi. 1955-1960 yılları arasında Gürün ve Sivas'ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı.
1960'da İstanbul'a, sonra Ankara'ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı. Bir süre de Forum dergisinin sanat sayfalarını yönetti (1968-1970). Kızılırmak kitabı nedeniyle hakkında 142. maddeden dava açıldı, yargılandı, aklandı.
Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin'in ilk şiiri 1959'da Dost dergisinde çıktı. Bu yıllarda mizahi hikâyeleri de yayımlandı. Kavel (1963) adlı kitabı ile 1964 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Kızılkuğu (1971) ile TRT'nin 1970 Sanat Başarı Ödülü'nü, Filizkıran Fırtınası (1981) ile 1981 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü'nü ve Nevzat Üstün Şiir Ödülü'nü aldı.
Şair 1983'te beyin kanaması geçirdikten sonra bir yıl bitkisel hayatta yaşadı. 26 Şubat 1984'te evinde yaşama gözlerini yumdu.
Ayrıca Hasan Hüseyin Korkmazgil'in eşi Azime Korkmazgil'den "Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz" şiirinde adı geçen Temmuz Korkmazgil (1965) isimli bir oğlu vardır.

-----------------

-orhan kemal'in güzel anısına-

işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak


sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur


çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri


asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi


asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!


sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı


işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak


ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?


asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?


«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara


nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?


yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın


gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

Hasan Hüseyin Korkmazgil

baba..

Birkaç saattir düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Baba! Babam! Ve yaşanmamış 8 sene.. Bugüne kadar hiç anlatmadım. Yıllardır içimde bir yerlerde duyumsadım da yazamadım. Güçsüz yanlarımı yansıtmak istemedim belkide garip! Garip çünkü pek öyle korkularım yoktur insanlar zaaflarımı bilmesinler, güçsüz yanlarımı görmesinler filan diye.. Ama yazamamışım işte, hatırlamak istememişim belki.

Sabah haberleri okumak için açarsın bilgisayarı, maillerine bakmasan da olmaz hani. sonra “günün sözü” başlıklı yazıya tıklarsın. –ki hayat yaklaşık 8 yıldır sadece tıklamalardan ibarettir- ve günün sözü.. Ana ve babaların çocuklarına bağışlayabilecekleri en güzel miras, günlük zamanlarından bir kaç dakikadır. (O.A. Batista)Evet..

Birkaç saattir düşünmekten kendimi alamıyorum. Baba! Babam! Tam 8 sene öncesi, anneler gününden bir gece berisi. Afiyetle yenen güzel bir akşam yemeği, tatlı sohbetler gülüşmeler. Babamla sekiz sene sürecek bir hasretin arifesinde olduğumu bilsem uyuyabilir miydim acaba o gece? Ertesi güne gözler açılır uyku mahmurluğunda o koca adam, o dev, babam, yine işe gitmiş sanılır. Akşama kadar cevapsız kalan telefonlar. Şirkete gitmeler, “bugün hiç uğramadı”lar. Sonra telaş, korku.. çocuktum ben, çocuk! Daha 13 yaşıma yeni girmiştim oysa. En ihtiyaç duyduğum zamanlardı babama ama o! Tam üç gün haber alamadık. Sonra? Sonra bir telefon ben şuradayım beni aramayın, kafamı dinliyorum..

Tam sekiz sene baba, tam sekiz sene.. ne kafası bu? Bu ne yaşanmışlık ki sekiz sene dinle dinle bitmiyor. Arkadaşlarımın babalarına baba deyişim içimden, kıyım kıyım ailelerinin içlerine sofralarına sızışım, mezuniyet törenlerimde babalarından harçlık alışım! Tam sekiz sene baba, tam sekiz sene yoktun sen hayatımda. Şimdi sus, şimdi konuşma.. her şeyin affı olurda anıların? Şimdi istersen bana milyarlar bırak istersen bu saatten sonra hep ömrümde olsun ömrün, yanımda olsun yüzün, tam sekiz sene var baba yaşanmamış. Üstelik çocuk kalbiyle bedenimin nice hasretler var baba. O zaman kalıp şimdi gitseydin keşke. Şimdi dayanılabilirde yokluğuna, o zaman.. o zaman dayanmak nasıldı biliyor musun baba? Her akşam bir el sıktı boğazımı yatağımda. Bütün akrabalarım kinini kustu üstüme. Sen yoktun ya, bizi koruyacak her şey yok olmuştu hani seninle, biz uluorta çırılçıplak! Peki şimdi neden varlığınla hasretin bir hala?

Gittin ya sen maske edindim kendime, kimse bilmez! Ukala insana kimse yaklaşmaz, anladım. Sivrildim, sensiz geçen her saniye daha bir açtı kalemimin ucunu daha bir inceltti söylenebilecekleri.. Kalpler kırdım ve kırıyorum sanırım. şimdi denk gelirsen yazıma bir yerde için acır biliyorum, saklıyorum yazımı en derinlerine kalbimin. Üzülmeni istemiyorum. Hem gör bak onca yıldan sonra bile ben hala seni seviyorum! Sen koca adam, sen yürekli insan, sen babam, gölgem, güneşim, pusulam, vatanım..

Yazmakla bitmiyor, bitmeyecek yazım, gözyaşlarım zarar verecek ömrüme korkuyorum.. neyse işte bir sabahı daha katlettik öyle mi? Şimdi sıcak bir kahve ve biraz umut.. belki ilerleyen saatlerde belirir mutluluk?

uur

"Dersim'in Kayıp Kızları" bulundu.


Yönetmen Nezahat Gündoğan'ın, Adıyaman, Tunceli (Dersim) Bursa ve İstanbul'da çektiği "İki Tutam Saç- Dersim'in Kayıp Kızları" adlı belgesel filmin galası 2. Mart'ta Cemal Reşit Rey Konser Salonun'da yapılacak.

1937-38 Dersim harekatıyla birlikte ailelerinden alınarak rütbeli askerlere verilen kızlar, yıllar sonra bir belgesel film aracılığıyla aileleriyle buluştu. Nezahat ve Kazım Gündoğan'ın üç yıl boyunca yürüttüğü çalışmalar sonucunda bugün 80'li yaşlarını süren Huriye ve Fatma Hanımlar'ın askerler tarafından alınışları, travmaları, suskunlukları ve ailelerine kavuşma sürecini anlatan belgeselde, halen köklerini arayan başka kızlar ve kızlarını arayan başka ailelerin duyguları da perdeye yansıyor...

Filmde evlatlık verilen kızlarla yapılan röportajların yanı sıra, şimdiye kadar gün yüzüne çıkmayan pek çok gerçek, belge ve fotoğraf da yer alıyor. Müziklerini Mikail Aslan'ın yaptığı, metinlerini Sema Kaygusuz'un yazdığı belgeselde seslendirmeyi oyuncu Jülide Kural yaparken, Şevval Sam da kendi bestesiyle yer alıyor.

Antalya Devlet Opera Ve Balesinden Egzotik Bir Öykü: "La Bayadère Balesi"

Antalya Devlet Opera ve Balesi, klasik bale repertuarının baş yapıtlarından müziğini Minkus'un bestelediği Petipa'nın koreografisini yaptığı La Bayadère Balesi'nin galasını bugün saat 20.00'da Haşim İşcan Kültür Merkezi'nde gerçekleştiriyor.

Eser ilk olarak 4 Şubat 1877'de St. Petersburg'da sahnelenmiş olup popülerliğini ve etkisini kaybetmeden günümüze kadar gelmiş ve birçok ünlü bale topluluğu tarafından sahnelenmiş.19. yüzyılın Romantik ve dramatik hayal gücünü yansıtması bakımından dönemin en önemli prodüksiyonu olarak kabul edilen eser günümüzde de hala aynı heyecan verici etkisini koruyor.Eser romantik dönemin en tipik özelliği olan egzotik yerleri ele alması bakımından da seyircisini ilk andan itibaren etkisi altına alıyor. La Bayadère'nin zengin ve gösterişli atmosferi hem dekora hem de kostümlere yansıyor. Eseri cazip kılan konusu olduğu kadar aynı zamanda müziğindeki dramatik yapı.

İlk kez Antalyalı sanatseverlerle buluşacak olan La Bayadère'in orkestra şefi Hakan Kalkan, eseri sahneye koyan Natalia Arobelidze. Dekor ve kostüm Osman Şengezer imzasını taşıyor. Işık tasarımı ise Mustafa Eskiye ait.

Nikiya'yı Müge Öğüt; Solor'u Tolga Burçak; Gamzatti'yi Gülçin Gökçebağoğlu,; Brahmin'i Cem Kaytmaz; Raja'yı Cenk Şahinalp, Fakir'i Gabriel Gogua canlandırıyor.

Eserin Konusu

Eser efsanevi Hindistan'da geçer. Bayadère yani tapınak dansçısı olan Nikiya, soylu savaşçı Solor'a aşıktır. Ancak, Rajah kızı Gamzatti'nin Solor'la evlenmesine karar vermiştir.Gamzatti'nin güzelliğiyle büyülenen Solor Nikiya'ya verdiği sözleri unutur. Rajah Nikiya ve Solor'un aşkını Nikiya'ya aşık olan Yüce Brahmin'den öğrendiğinde tapınak dansçısını öldürtmeye karar verir.Gamzatti Solor'dan vazgeçmesi için Nikiya'yı ikna etmeye çalışır, fakat Nikiya bunu reddederek prensese saldırır, böylece prenses de bayadère'in öldürülmesi gerektiğine kanaat getirir.Nikiya Gamzatti ve Solor'un nişan töreninde danseder. Rajah ve Gamzatti tarafından gönderilen çiçek sepetine saklanmış zehirli bir yılan tarafından sokulur. Dansçı, Tanrıların lanetini, ölümünden sorumlu olanların üzerine çağırarak ölür.

İngiliz Oscar'ı "The Hurt Locker"a!


Oscar Ödülleri'nin ipucu olarak görülen ingiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi'nin (BAFTA) ödülleri sahiplerini buldu. BAFTA Ödülleri'ne bu yıl 6 dalda birden ödül kazanan "The Hurt Locker" damgasını vurdu.

ingiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi'nin (BAFTA) bu yılki ödülleri Londra'nın merkezindeki Royal Opera House'da düzenlenen törenle dağıtıldı.

Soğuk ve yağmurlu havaya rağmen geceye aralarında Dustin Hoffman, Quentin Tarantino, Kate Winslet ve Audrey Tautou'nun da bulundu beyaz perdenin çok sayıda ünlü ismi katıldı. ingiltere kraliyet tahtının ikinci sıradaki varisi Prens William da töreni izleyenler arasındaydı.

Avatar eli boş döndü

Beklentilerin aksine James Cameron'ın "Avatar" filmi BAFTA töreninde En iyi Prodüksiyon Tasarımı ve En iyi Görsel Efekt olmak üzere sadece iki kategoride ödül alabildi.


ırak'ta görev yapan bir bomba imha ekibini konu alan, Kathryn Bigelow'un yönetmenliğini yaptığı "The Hurt Locker" En iyi Film, En iyi Yönetmen, En Orijinal Senaryo, En iyi Montaj, Ses ve Sinematografi dallarında 6 ödül birden kazandı.

ingiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi'nde bu yıl ödüllere layık görülenler ve ödül kategorileri şöyle sıralanıyor:

En iyi Film: The Hurt Locker
En iyi Kadın Oyuncu: Carey Mulligan- An Education
En iyi Erkek Oyuncu: Colin Firth- A Single Man
En iyi Yönetmen: Kathryn Bigelow- The Hurt Locker
En iyi Yabancı Film: A Prophet
En iyi Animasyon Filmi: Up
En iyi Uyarlanmış Senaryo: Up in the Air
En iyi Prodüksiyon Tasarımı: Avatar
En iyi Görsel Efekt: Avatar
En Orijinal Senaryo: Mark Boal- The Hurt Locker
En iyi ingiliz Filmi: Fish Tank
En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Mo'nique- Precious
En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz- ınglorious Basterds
En iyi Makyaj ve Saç: The Young Victoria
En iyi Kostüm Tasarımı: The Young Victoria
En iyi Sinematografi: The Hurt Locker
En iyi Montaj: The Hurt Locker
En iyi Ses: The Hurt Locker
En iyi Müzik: Up
En iyi Kısa Animasyon: Mother of Many
En iyi Kısa Film: ı Do Air

ingiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi 1947 yılında kuruldu. Dönemin ünlü oyuncu, yönetmen ve film endüstrisi yetkilileri tarafından temeli atılan BAFTA, 2000 yılından bu yana sinema, televizyon, bilgisayar oyunu ve çocuk televizyon programcılığı gibi alanlarda ödüller dağıtıyor.

Kartepe'de Kültür Müzesi


Kartepe Kültür Müzesi oluşturmak amacıyla ilk temel taş olarak halkın katılımı ile ellerinde bulunan materyalleri toplamaya başladı.

Av.Hülya San Şener'in başkanlığını yaptığı Kartepe Kent Konseyi, ilçenin tarihine sahip çıkma adına başlatılan hareketin ilk adımlarını atma adına Kartepelilerin desteğine başvurdu. Kartepe Kültür Müzesi oluştumak için kollarını sıvayan Kartepe Kent Konseyi bu yönde çalışma yapması için Kültür ve Tarihi Dokuları Koruma Çalışma Grubu ile Turizm Çalışma Grubu harekete geçti. Grup sorumluları Sadık İskender ve Yalçın Öçbe önderliğinde yürütülen çalışma çerçevesinde Kartepe halkından da ellerindeki tarihi değer taşıyan, ev gereçleri, aletler, giysi v.b. materyallerle müzeyi birlikte oluşturmak isteniyor.

Anılar yol olmasın, paylaşılsın, geleceğe aktarılsın düşüncesinden hareket eden Kartepe Kent Konseyi Kültür ve Tarihi Dokuları Koruma Çalışma Grubu ile Turizm Çalışma Grubu temsilcileri irtibat için Kartepe Kent Konseyi Genel Sekreterliği'nin eski Derbent Belediye Hizmet Binası'ndaki bürosundan veya 353 45 63-353 47 17 nolu telefon ile irtibata geçmelerini istemekte.

Vavien 8 dalda aday

Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür (TÜRSAK) Vakfı ile Beyoğlu Belediyesinin düzenlediği ''3. Yeşilçam Ödülleri''nin adayları açıklandı.
Adayların tanıtımı amacıyla Ghetto'da gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Türk sinemasının Beyoğlu'nda doğup, hayat bulduğunu dile getirerek, sinemanın başarılarının da Beyoğlu'nda taçlandırılması gerektiği fikriyle yola çıktıklarını ve yeni bir geleneği başlattıklarını söyledi.

2009'un Türk Sineması için çok önemli ve verimli bir yıl olduğuna dikkati çeken Demircan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Sinema ve sinemanın benzersiz keyfiyle dolu bir yılı geride bıraktık. Bu güzel sene içerisinde maalesef sinemamızın kayan yıldızları da oldu. Halit Refiğ, gerçek bir sinema dehası, bir sinema ustasıydı. Türk sinemasında asla silinmeyecek ölümsüz eserler bıraktı. Uzun vadede sadece ülkemizde değil, dünya sinemasında da önemli bir yeri olacak olan sevgili Ahmet Uluçay da, kayan yıldızlarımızdan oldu. Kayıplarımızı rahmetle anıyorum.''

-ADAYLAR

İki etaptan oluşan Yeşilçam Ödülleri'nde aday filmlerin seçimleri, sektör temsilcileri, sinema yazarları ve ''3. Yeşilçam Ödülleri'' aday adayı filmlerin yaratıcılarından oluşan yaklaşık 750 kişilik bir jüri tarafından noter huzurunda yapıldı. Bu ilk etabın sonucunda 11 kategoride en çok oyu alan adaylar seçildi.

Buna göre, 11 kategorideki adayların isimleri şöyle:

En İyi Film: Güneşi Gördüm, Hayat Var, İki Dil Bir Bavul, Nefes: Vatan Sağolsun, Pandora'nın Kutusu, Vavien.

En İyi Yönetmen: Levent Semerci-Nefes: Vatan Sağolsun, Mahsin Kırmızıgül-Güneşi Gördüm, Reha Erdem-Hayat Var, Yağmur ve Durul Taylan-Vavien, Yeşil Ustaoğlu-Pandora'nın Kutusu, Zeki Demirkubuz-Kıskanmak.

En İyi Kadın Oyuncu: Binnur Kaya-Vavien, Demet Evgar-Güneşi Gördüm, Meral Çetinkaya-Karanlıktakiler, Nergis Öztürk-Kıskanmak, Nesrin Cevadzade-Dilber'in Sekiz Günü, Şerif Sezer-Deli Deli Olma.

En İyi Erkek Oyuncu: Engin Günaydın-Vavien, Mert Fırat-Başka Dilde Aşk, Mete Horozoğlu-Nefes: Vatan Sağolsun, Nadir Sarıbacak-Uzak İhtimal, Öner Erkan-Bornova Bornova, Yılmaz Erdoğan-Neşeli Hayat.

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Cemal Toktaş-Güneşi Gördüm, Cezmi Baskın-Neşeli Hayat, Genco Erkal-Pazar: Bir Ticaret Masalı, Mustafa Uzunyılmaz-Mommo-Kızkardeşim, Settar Tanrıöğen-Vavien.

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Berrak Tüzünataç-Kıskanmak, Derya Alabora-Pandora'nın Kutusu, Hasibe Eren-Usta, Lale Mansur-Başka Dilde Aşk, Serra Yılmaz- Vavien.

En İyi Görüntü Yönetmeni: Floren Henry-Hayat Var, Gökhan Tiryaki-Vavien, Hayk Kırakosyan-7 Kocalı Hürmüz, Levent Semerci ve Vedat Özdemir-Nefes:Vatan Sağolsun, Soykut Turan-Güneşi Gördüm.

En İyi Senaryo: Engin Günaydın-Vavien, İnal Temelkuran- Bornova Bornova, Levent Semerci, M. İlkay Altınay ve Hakan Evrensel-Nefes:Vatan Sağolsun, Yeşim Ustaoğlu-Pandora'nın Kutusu, Yılmaz Erdoğan-Neşeli Hayat.

En İyi Müzik: Atilla Özdemiroğlu-Vavien, Ender Akay ve Sunay Özgür-7 Kocalı Hürmüz, Erkan Oğur-Mommo-Kızkardeşim, Mazlum Çimen-Nokta, Yıldıray Gürgen, Tevfik Akbaşlı ve Mahsun Kırmızıgül-Güneşi Gördüm.

En İyi Genç Yetenek: BKM Mutfak Oyuncuları-Neşeli Hayat, Damla Sönmez- Bornova Bornova, Elit İşcan- Hayat Var, Onur Ünsal-Pandora'nın Kutusu, Umut Kurt-Güz Sancısı.

Turkcell İlk Film Ödülü: Başka Dilde Aşk-İlksen Başarır, İki Dil Bir Bavul-Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, Mommo-Kızkardeşim-Atalay Taşdiken, Nefes: Vatan Sağolsun-Levent Semerci, Uzak İhtimal-Mahmut Fazıl Coşkun.

Bu arada, sinema sektörüyle birlikte, sinema akademisyenleri, iş, kültür, sanat ve medya dünyasının kamuoyu önderleri konumundaki sinemaseverleri de kapsayan yaklaşık 2 bin 500 isimden oluşan jüri, bu ayın sonunda ödüllerin ikinci etabında, birinci etapta belirlenen adayların birincileri için oy kullanacak.

''3. Yeşilçam Ödülleri'' 23 Martta Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda yapılacak törenle sahiplerini bulacak.

hafta ortası iki süper konser


Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) 25 ve 26 Şubatta Viyola sanatçısı Barış Uluçınar ile sahneye çıkacak. Emin Güven Yaşlıçam’ın yöneteceği orkestra, Johannes Brahms’ın “Klarnetli Kentet si minör Op.115”, Robert Schuman’ın “Senfoni No.4 re minör Op.120”yi seslendirecek.
Perşembe Bilkent’te

Bilkent Senfoni Orkestrası 26 Şubatta, keman sanatçısı Joan Kwuon’a eşlik edecek. Orkestrayı Gürer Aykal’ın yöneteceği konserde, Johannes Brahms’ın “Keman Konçertosu, Re majör Op. 77” ile Robert Schumann’ın “Senfoni No.4, Re minör Op. 120” yorumlanacak.

22 Şubat 2010 Pazartesi

hergün bir şair (Fazıl Hüsnü Dağlarca)


26 Ağustos 1914 İstanbul doğumlu. Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey'in oğludur, ilköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, orta öğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde 1933 yılında tamamladı.Aile, Ataç, Çagri, Devrim, Inkilapçi Gençlik, Kültür Haftasi, Türkçe, Türk Dili, Türk Yurdu, Varlik, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik, Yön, gibi dergi ve gazetelerde siirlerini yayimladi. 1935'te piyade subayı göreviyle Doğu ve Orta Anadolu'nun, Trakya'nın pek çok yerini dolaştı. Ordudaki hizmeti on beş yılı doldurunca, ön yüzbaşı rütbesiyle askerlikten 1950'de ayrıldı. 1952-1960 yılları arasında Çalışma Bakanlığı'nda iş müfettişi olarak İstanbul'da çalıştı. Buradan ayrıldıktan sonra İstanbul Aksaray'da "Kitap" kitapevini açtı ve yayıncılığa başladı. Ocak 1960-Temmuz 1964 yılları arasında dört yıl Türkçe isimli aylık dergiyi çıkardı. İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri çıktı. Bugüne kadar kendisine bir çok ödül verilen şair 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En iyi Türk Şairi" seçilmişti.Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyesiydi.
Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiç bir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle, bağımsız kalarak hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır. Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler:
“ Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir. ”
"Türk şiirinin büyük şairi" olarak tanımlanan Dağlarca, 94 yaşında zatürre tedavisi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. [1] Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, bu yılın ilk aylarında yaptığı bir röportajda ölümünden sonra Kadıköy'de yaşadığı evin müze haline getirilmesini vasiyet etmişti. Evini Kadıköy Belediyesi'ne bağışlayan Dağlarca, Mühürdar Caddesi'ndeki evinde kendisini ziyaret eden Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'e, evinin müzeye dönüştürülmesi için vasiyette bulunmuştu. 20 Ekim 2008'de Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir.

------------------------

kurduğum devlet katında
masalara yerleştiniz
yediniz içtiniz her gün
aşa çevirdiniz beni

döştür yüreği acının
tanık bütün yaratıklar
öyle sızlar ki yüreğim
döşe çevirdiniz beni

sıkıyönetim - atatürk
eşanlam kesildi üç yıl
baskı ülkeyi çiğnerken
dişe çevirdiniz beni

özel çıkarınız için
saptırdınız söylev demeç
kırpıldı söylediklerim
kuşa çevirdiniz beni

özgürlüktüm yerden göğe
siz yolumu bırakarak
yontulara kapadınız
taşa çevirdiniz beni

gençler, işçiler ezilmiş
mutsuz olmuş türküm diyen
adım var ya eylemim yok
düşe çevirdiniz beni

yüzüm kaldı paralarda
yatarken on kalkınca beş
para düşer ben düşerim
boşa çevirdiniz beni

o çiçekler devrim idi
akan güneşle yemyeşil
ben ki ilkyaz idim orda
kışa çevirdiniz beni

amerika'ya kölelik
kurumlarıma saldırı
yurda mevlit çankaya'dan
leşe çevirdiniz beni

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA