4 Şubat 2010 Perşembe

Sanatçılar "Silikozis" Hastaları için Destek Turunda

Kot Kumlama İşçisi Dayanışma Komitesi Sözcüleri, İşçilerin Sorunları Hakkında Bilgi Vermek Üzere TBMM'de Bir Dizi Temasta Bulundular.

Kot Kumlama İşçisi Dayanışma Komitesi Sözcüleri, işçilerin sorunları hakkında bilgi vermek üzere TBMM'de bir dizi temasta bulundular.

Kot Kumlama İşçisi Dayanışma Komitesi Sözcüleri Prof. Dr. Zeki Kılıçarslan, İclal Aydın, İlkay Akkaya, Yasemin Göksu ve Mehmet Demir TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil ve AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ'ı ziyaret ederek silikozis hastaları ve işçilerin sosyal hakları için yardım ve destek istediler.

Komite sözcüleri yasak olduğu halde bu işi yapanların olduğu anlatıldı ve bugüne kadar silikozis hastalığından 44 işçinin hayatını kaybettiği belirtildi. Şu anda da 600 kişinin silikozis hastalığından tedavi gördüğü kaydedildi. Pek çok kişinin sosyal güvencesinin olmadığı, hastalığın ilerlemesi halinde ise tedavisinin mümkün olmadığı dile getirildi. Bu hastalıktan yüzlerce kişinin de ölmesinin beklendiği dile getirilirken, iktidar partisinin bu yönde vereceği desteğin çok önemli olduğu vurgulandı.

AKP Grup Başkanvekili Bozdağ'da en yakın zamanda bu talepleri gündeme getirecekleri sözünü verdi.

Genç Sanatçılar "Agora"da Buluştu

16 Farklı Üniversitede Çeşitli Sanat Dallarında Öğrenim Gören 44 Öğrenci, Almanya'nın Essen Kentinde "Agora 2010" Adlı Proje Çerçevesinde Bir Araya Geldi.

16 farklı üniversitede çeşitli sanat dallarında öğrenim gören 44 öğrenci, Almanya'nın Essen kentinde "AGORA 2010" adlı proje çerçevesinde bir araya geldi. Projeye Türkiye'den de öğrenciler davetliydi.
Bir yanda dünya hakkında sohbet edenler, diğer yanda elinde kamerasıyla onları görüntüleyenler, biraz ötede miks cihazının ayarlarını düzelten biri ve müzikle, dansla bu ortama eşlik edenler… Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nin 16 farklı üniversitesinde farklı sanat dallarında öğrenim gören genç sanatçılar, Essen'deki gösteri merkezi PACT Zollverein'ın "Agora 2010" adını verdiği projede buluştu.

Etkinliğe neden "Agora" adının verildiğini proje yöneticisi Stefan Hilterhaus şu sözlerle anlatıyor: "Agora, eski Yunan sitelerinde kentsel ve sosyal yaşamın merkezi olan büyük meydanlardı. Biz kendi projemize bu ismi verdik, çünkü biz de bunu sanata aksettirmeye çalışıyoruz. Sanatın farklı dallarından olduğu kadar farklı kültürlerden ve farklı anlayışlardan sanatçılar arasında iletişim kurulmasını sağlamaya çalışıyoruz."

Türkiye'den 10 genç sanatçı

Bu sene Türkiye'den de 10 öğrenci projeye katıldı. Bunlardan biri de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi "Bilgisayar Ortamında Sanat ve Tasarım" bölümünde yüksek lisans öğrencisi olan Berkay Tuncay'dı. Tuncay projeye ilişkin düşünecelerini, "Gerek entegrasyon açısından, insanların birbirleriyle kaynaşması, farklı kültürlerden farklı üniversitelerden gelen öğrencilerin bu kadar kısa süre içerisinde çok hızlı ve verimli çalıştığı, aynı zamanda insani ilişkileri de çok üst boyutta geliştirebildiği bir projeydi" sözleriyle ifade ediyor.

Daha önce de benzer etkinliklerde yer aldığını, Ancak Essen'deki projenin beklentilerini en yüksek düzeyde karşılayan proje olduğuna dikkat çeken Tuncay, buradaki kendi çalışmalarını ise şöyle açıklıyor: "Benim açımdan çok verimli olan bir başka taraf da benim daha çok grafik dizayna ve fotoğrafa yakın bir geçmişim olmasına rağmen çok farklı disiplinlerden insanlarla çalışma fırsatım olmasıydı. Bunların içine performans sanatçıları ve müzisyenler de dahil. En son ortaya koyduğumuz, grup olarak ortaya koyduğumuz eser bir performans çalışmasıydı bir video enstalasyonuydu. Ürettiğimiz performansı da açılış gününde izleyenlere sunma şansına sahip oldum."

"istanbul hızlandı"

Almanya'nın Ruhr Bölgesi ve Essen kenti ile birlikte, Macaristan Pecz şehri ve istanbul "2010 Avrupa Kültür Başkenti" unvanını taşıyor. Kültür başkenti etkinlikleri kapsamında Essen'deki "Agora 2010" projesine katılan sanatçı Berkay Tuncay, istanbul'da da çalışmaların hızlandığını belirtiyor: "Genelde hep Bienal zamanı sanat hatırlanır istanbul'da. Ama bu 2010 vesilesiyle şu anda halk da daha duyarlı, gerek belediyeler gerek galeriler olsun herkes daha sıkı çalışıyor. Bununla ilgili yakın zamanda Peter Kogler'in "istanbul'da yaşıyor ve üretiyor" adlı bir workshopu olacak, bir de ona katılıyorum ve onun sonunda da bir sergi düzenlenecek umuyorum. Şu anda Essen ne kadar sıkı çalışıyor durumdaysa, istanbul da kafasını kaldırmak ve o Avrupa şehirlerinden biri olduğunu kanıtlamak için çok sıkı çalışıyor."

hergün bir şair (Can Yücel)


Can Yücel,1926'da İstanbul'da doğdu. Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğludur.

Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı.

Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum’da turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.

Son yıllarında Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirell`e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde ÖDP`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya gömüldü.


--------------------

özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

Can yücel

peygamber(!)

“Yumruklar havada uçuştu” diyordu bugün okuduğum bütün gazetelerin manşetlerinde ve kimse bahsetmiyordu bu soğuk havalarda sokakta kalan tekel işçilerinden! Oyu verenlerden daha çok ilgi çekiyordu oyu alanlar çünkü para onlardaydı ve tabi söz söyleyebilme hakkı..

Onlardı yaratan kimilerine göre ve pekte haksız sayılmazlardı hani.

Peygamber ilan edilen bir başbakana sahip olmak nasıl bir duygu hiç merak etmemiştim, hissetmek zorunda kalınca anladım. Saman altından nice barajlar dolduran devletim, hükümetim(!) alttan alta öyle işlemişti ki sözde ılımlı islamını, kimse farkında değildi gizliden gizliye yahut uluorta ilan edilen şeriatın.

Hem kim ne şikayet edebilirdi ki? Bir peygamberimiz vardı ve peygamberler cinsel hayatlarıyla ilgili kitapları yazmaktan çok kavimlerini kollarlardı(kitlelerin gözünde..). ve hunharca katledilirdi peygamber saydamlığında pisliği gören insanlar..

Bir peygamberimiz vardı ve kendi kitabını yazmak üzereydi. Öyle ya bütün yayın organları onun elindeydi, isa’yı öldürmüş, davut’u dövdürmüştü. O ne isterse o olurdu. Pardon tanrı’sı ne isterse o olurdu. Ve onun tanrısını görenler, inkar edenler öldürülüyordu(!). şimdi mi?

Şimdi her şey uluorta ve fakat durmuyor yaradan. Bayrağında onlarca yıldız ve enine çizgiler. Peygamberi artık Mesih ilan etmiş kendini, mirası koltuğunda belirmiş, belirecek onlarca peygamber. Yaşıyorum diyebilmek bile lüks olmuş hani. Haiti’de onlarca insan ölmüştü bir zamanlar. Bir zamanlarda madenlerde göçükler, ölüler, ağır yaralılar. Şimdi keşke bir madenimiz olsa da çökse üzerimize.. en azından yaşayanlarımız olur içimizden. Böyle kömürden, böyle kara, böyle para kokusundan muzdarip bir dünyada sadece peygamberler ve müritleri yaşar, anladım(!).

Yumruklar hiç dinmeyecek.

Ve bu soğuk havada, Ankara’da kimler ne için sokakta bilinmeyecek.

Gazeteler seçilenleri yazacak seçenin çilesinden çok.

Ve öyle korkuyorum ki..

Sanırım güzel günler,

Hiç gelmeyecek!

Uur