21 Şubat 2010 Pazar

hergün bir şair (Faruk Nafız Çamlıbel)


Faruk Nafiz Çamlıbel (18 Mayıs 1898, İstanbul – 8 Kasım 1973, İstanbul), Hecenin Beş Şairi'nden biridir.
Tıp Fakültesinde bir süre ögrenim gördükten sonra Kayseri, İstanbul ve Ankara'da uzun yıllar edebiyat öğretmenliği yaptı. Ünlü "Han Duvarları" adlı şiirini Kayseri Lisesi'ne edebiyat öğretmenliği görevine gelirken yazdı.. Ayrıca, Kayseri Lisesi Marşı 'nın güftesi de onundur. 1946'dan 27 Mayıs 1960'a kadar Demokrat Parti İstanbul milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından kısa bir süre Yassıada'da, daha sonra da Celâl Bayar ve diğer DP milletvekilleri ile birlikte Kayseri Kapalı Cezaevi'nde tutuklu kaldı.Şiir dilinde yeni bir söyleyiş çığırı açmış, hececi şairlerin en üstünlerinden sayılmış ve şiir üslubu kendisinden sonra yetişen hece şairlerini etkilemiştir. Beş Hececiler'in en genci fakat en başarılı ismidir. İlk şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. Bunlarda Yahya Kemal'in etkisinde kalır. Gerçek kişiliğini hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde görürüz. Sanatçı, halkın yaşantılarından çıkardığı konuları yine halkın söyleyiş ve nazım biçimleriyle dile getirir.Yepyeni görüşler getiren ünlü "Sanat" şiiri memleketçi şiirimizin ilk bilinçli bildirisi sayılabilir.Batı etkilerine kapalı halk şiirimize açık bir tutum içindedir.Bireysel konulara yönelmiştir.Şiirlerinde Anadolu'yu, memleket sevgisini anlatır.Şiirlerinde ele aldığı başlıca temalar aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık ve ihtirastır.O, gücünü gösterişsiz söyleyişi içine serpiştirdiği lirizmden ve toplumun beğenisinden alır.Duygu ve düşünceyi bir arada yürüten, romantik ve realist konuları ve hayatları işleyen şiirleriyle ün yapmıştır.

--------------------

-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
"Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Şehir Tiyatroları'ndan iki yeni oyun, bir sahne


İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, önümüzdeki ay iki yeni oyunla seyircilerin karşısına çıkacak. William Shakespeare'in yazdığı, Kemal Başar'ın yönettiği Romeo ve Juliet ile Özen Yula'nın yazdığı, M. Nurullah Tuncer'in yönettiği Dünyanın Ortasında Bir Yer adlı oyunları, ilk kez martta tiyatroseverlerle buluşacak. Ayrıca, Martta Küçükçekmece Kültür ve Sanat Merkezi Sahnesi de 'perde' diyecek. Yeni sahnede Bozuk Düzen ve Gizli Oturum sahnelenecek.

!f İstanbul canlı yayına başladı



ULUSLARARASI Bağımsız Filmler Festivali !f İstanbul, bu yıl dünya çapında bir ilke imza atarak, '!f İstanbul'dan Canlı' projesini hayata geçiriyor. Bugün ve yarın festivaldeki Yeraltı Peygamberi, Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok, Aptallar Çağı, Bawke & Kış Ülkesi ve O, Bir Çinli filmleri Eskişehir, Balıkesir, Van, Samsun, Antalya, Lefkoşa, Diyarbakır, Antakya, Muğla, Batman, Çanakkale ve Mersin'in yanısıra, Ramallah (Filistin), Gümrü (Ermenistan) ve Tanger (Fas) şehirlerinde farklı noktalarda aynı anda izleyicilerle buluşacak. Sinema salonları olmayan veya salon olsa bile bağımsız sinema filmleri gösterilemeyen kimi şehir ve ülkelerdeki seyircilere ulaşmayı hedefleyen projenin getireceği bir diğer artı da, festivalin sinema seyircileri arasında oluşturmayı planladığı 'örgütlenme'ye somut bir ilerleme getirecek olması. '!f 2 İstanbul' dan Canlı'da filmler sona erdikten sonra filmleri izleyen seyirciler 15 nokta ile yapılacak bağlantı ile filmlerin yönetmenleri ile internet üzerinden söyleşi yapma fırsatını bulacak. Böylece uygulama sayesinde benzer düşünceleri paylaşan ama dünyanın farklı bölgelerinde bulunan kişiler, filmler üzerinden dünyanın geleceğine dair duyulan ortak kaygıları dillendirecek.