7 Temmuz 2010 Çarşamba

Anlamak

Gün geçtikçe mi zorlaşıyor yoksa hep mi zordu insanları anlamak kestiremiyorum. Herkesin kendine özgü bir meşgalesi var. Ve herkesin hayatı kendi meşgalesinin etrafında örülüp yumak oluyor.
***
Bencil hislerimiz, isim kaygılarımız, ayak kaydırma, mevki kapma çabalarımız bu denli lekeli değildi sanki çocukluğumda. Ya da babam bana göstermemek için dünyanın çirkinliğini, elinden gelini yaptı.
***
Zaman ağlamamayı öğretiyor en çok, ya da yalandan ağlamayı, temelde ağlama güdüsünü kontrol altına almayı öğretiyor yani. Öyle insanlar tanıdım ki yirmi dört saat gözlerinde yaş. Öyle insanlara tanıttım ki kendimi, içim hüzün dağı, yüzümde gereksiz bir tebessüm.
***
Çoğu insan böyledir aslında caddelerinde şehrin. Kimi bilmem kaç milyonluk takım elbisesinin içinde cebinde olmayan paraların hüznüyle yürür. Kimi el uzatır, ağlar, gözyaşları döker, şehrin birçok yerinde daireleri vardır yalnız.
***
Biz yanından akıp giderken hissedemeyiz mesela yüzündeki yüz yıllık yorgunluğu banklara çökmüş adamın. Oda bizim mutluluğumuzu hissedemez belki iki yüzlü gözyaşlarımızın arasında.
***
Her geçen gün daha bir büyüyoruz zamanla paralel, yüz misli hızlı büyüyor entrikalar. Her aldığım nefesten sonra düşünmeden edemiyorum. Acaba bugün hangi yalan, acaba bugün hangi oyun, hangi kazığı öğretecek bana hayat.
***
Hangi anlamını bin bir musibetle gösterecek acaba insanlar, merak ediyorum her geçen gün.
***
Anlamak zor, anlamak imkansıza yakın, acıyla bir.
***
Nazım Usta boşuna söylememiş;
***
annelerin ninilerinden
spikerin okuduğu habere kadar
yürekte, kitapta, sokakta
yenebilmek yalanı
***
anlamak sevgilim
o ne müthiş bahtiyarlık
anlamak gideni ve gelmekte olanı...
***
Aldatırım zamanı, ruhumu aldattığım gibi. Hala üç yaşında çocuğun koşuşturmasıyla yürürüm sokaklarda, kimse görmez.
***
Yedi yaşında bir çocuğun, sadece yedi yaşına özgü hüznünü, yirmi küsür senedir taşırım üstümde zamana sezdirmeden. Her an yanıbaşımdan kaçıp gidecekmiş gibi gelir insanlarım. Tıpkı asla kaçmasını istemeyen hüznü gibi yedi yaşında bir çocuğun, anne ve babasının.
***
İyice saplandım çocukluğuma. Tam ortasından, yedi yaşından mıhlandım mahmurluğuna.
***
Artık asansöre tek başıma binemiyorum. Ve yalnız başıma dolaşmamam için sokaklarda, sıkıskı tembihliyor dostlarım. Korkak yürüyorum caddelerde. Ellerimi göğsümde kavuşturup, üşümediğim halde titriyorum. İki adımda bir arkama bakıyorum mesela. Ya da gündüzleri başımı kaldırıp uzun uzun, rahat rahat yürüyemiyorum.
***
Sabah erkenden evden çıkıyorum, ortalıkta kimseler olmadan gizlice gazeteye geliyorum. Gün boyu bilgisayar ekranına köle, gün boyu laptop kapağının arkasına saklanıyorum.
***
Gelen giden oldu mu içimi bir huzursuzluk kaplıyor. Aylarca zindanlarda kalmış köleler gibi hissediyorum kendimi. İletişim kuramıyorum. Konuşamıyorum.
***
Yedi yaşında bir çocuğun ruhunu ve asla gülmeyecek bir palyaçonun pastel makyajını taşıyorum üstümde.
***
Bunlar yazılmamalı, açık verilmemeli, duygular belli edilmemeli biliyorum. Çoğu kez uyguluyorum bunu. Çoğu kez “sözde” neşeli, “sözde” sevecen davranıyorum. Ama artık yeter. Ama artık bir yere kadar. Rol yapmadan yaşamak istiyorum.
***
Ama ne çare..
Yaşanmıyor,
Olmuyor,
Hüzün dolu yüzüm,
Gülmüyor..
Bir role adıyorum kendimi mutlu, ömrüm rolümle paralel ilerliyor.

Umarım


Birkaç satır birkaç kelime.. Yokluğundan arda kalan saatlerde yazılan bir şiir, sensiz içilen bir şarap.
Yüreğim büyüyor sensiz..,,
Gecelerimden sıyrılmak istiyorum artık.
Artık uyanmak!
Ama nafile,
Bir çare yollardan kaçıyor gibisin. İçimde tarifsiz bir acı. Betimlemesi imkansız bir merak. Umarım ve belki. Gelir gelmekte olan, sever sevmekte olan..

26 Haziran 2010 Cumartesi

Timur Selçuk - Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü



Bir sevda geçiyor avuçlarımdan.
Parmaklarım arası sımsıkı yumulu!
Her saniyeni yaşamak,
bütün moleküllerini tatmak istiyorum..
ve tabi mücadele aşkıyla..!

25 Haziran 2010 Cuma

yaşıyorum kadın.. arsız ve umarsız bir çocuğun gözlerinde yaşıyorum!
Her anımda, her günümde, dünümde yarınımda.. suretin fehmimde..

Şevval SAM - Kapıldım Gidiyorum



ve bir kadeh rakı.. ufak bir dilim beyaz peynir.. birde yarin hoş sesi.. yaşamak !

Turkish Music from 18th century - Yine bir gülnihal

dinlenmeli hüznü şarkının.. ve geçmişin saflığı.. 1700'lü yıllar.. :)

20 Haziran 2010 Pazar

Çocuk

pencerenden bakma denize,

inanırsın güzel olduğuna mavilerin.


Özdemir Asaf

***

Çocuksun çünkü sen. Sadece çocuk. Gözlüklerin olmadan, anlayamazsın hayatı. Ya da yaşayamazsın anlamıyla.

***

Bütün bağların, çocukluktan kalma senin. Yaşamaya dair neyin varsa çocukluktan artmış hayatına. Hala 13 – 14 yaşlarında nazlı bir kız çocuğun. Hala hiçbir sorumluluğun, hiçbir kararın ve hiçbir adımın yok geleceğe dair.

***

Sana kızgınım, kırgınım. Çünkü her şeyin, her saniyen sahteydi benim için. Her dokunuşun, istemsiz, sarhoş sevgi sözcüklerin sahte!

***

Şimdi suspus hayaller içinde tenin. Bir tek kelimeni bile esirgiyorsun, edepsizce. Sessizlik sır saklamaz bilmiyorsun. İnsan konuştukça örter üstünü yalnızlıklarının, çocuksun anlamıyorsun.

***

Bir hayal kur. Elimi tut,

Bir cümle söyle,

İçinde yalan olmayan tek bir cümle..

***

Sen çocuksun, sevgiye muhtaç ve bencil. Kendi mutluluğun için destanlaştırabildiğin kelimelerini, yine kendi mutluluğun için aniden öldürebiliyorsun.

***

“Bana izin ver. Zaman ver. Kendimi toplamalıyım..” Peki ya ben?

***

Neyse, ben bencil olmamalıyım. Adına yazılar yazmamalı, seni hatırlamamalıyım. Adının hala içimdeki sızısını bilmemelisin sen. Üzülmemelisin ben sebepli. Sadece kendimi değil, düşünmeliyim seni de. Hem hala değimliyim ben, umarsızca beklemelere köle edilen? Her ne kadar gidiyorum desem de buradayım, üzülme. Geldiğinde, çok arama.. bekleyeceğim sözümde!

Politika

Politika var mı doğada? Soru bu! İnsanlara ait olan bir özellik; yerküre ve kara parçalarını anlaşmalarla sınırlayıp 5 kıtayı 200 devlete bölmüşler. Ve bunları yöneten kişiler politikacı sayılıyor.

***

Dünya üzerinde yegane amaç hiç bitmeyen insan saltanatı içerisinde, “sözde” devlet çıkarları adına 200 devleti yöneten kişilerin ve onlara tama edenlerin ve onların ailelerinin ceplerinin dolması, günlerinin geçmesi, rahatları ve geleceğe isim bırakacak birkaç “resmi tarih”e imza atmaları.
***

Çocukluğumun haylazlık fazlası zamanlarında televizyonlarda nutuk atan insanları düşünürdüm. Onlar gibi konuşabilmek için yemek masasını önüme çeker ve başlardım nutuğuma! “Babalar işe gitmeyecek. Çocukları babalarını görebilecekler. Babaların parası olacak, çocuklarına oyuncak alacaklar”

***

Benim oyuncaklarım vardı. Ama olmayanları görüyordum ve babasını haftada bir iki saat görebilen arkadaşlarımın anlattıklarını dinliyordum. Benim için en büyük sorundu babanın eve ve çocuğa vakit harcayamaması o günlerde.

***

Aslında salt olarak politika yapıyordum ve fakat reel değil. Aşırı ütopik!

***

Ama neye ve kime göre ütopik?

***

Geçen gün bir okurdan mail geldi. Beni aşırı komünist olmakla ve solculukla, kendince suçluyor. Oysa ben hiç komünistim demedim? Yahut solculuğumdan ahkam kesmedim.

***

Soldan bakan birkaç yazı yazdım doğru. Eleştirdiğimde oldu fakat solu.

***

Sorun bu işte. İnsanların aklına mıhlanan ve lekelenen terimler.

Benim bütün amacım terimleri yok edebilmek halbuki. Ne sol, ne sağ. Hiçbiri umrumda değil. Sadece politika istiyorum. Çocukluk sorunlarından farklı, sadece yaşamak odaklı politika.

***

İnsanın insana olan saltanatının son bulması için üretilecek olan politika. Kendi elit kesimini yaratmayacak politika, eşitlik diyerek, halkın eşitliğinden sonra yönetimin bir basamak üst olmasını sağlamayan politika.

***

Günümüzde vatandaşlık yapay bir etiket gibi kalıyor. Parlamentoda “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denmiyor mu?

Peki ya millet hangi meclis lokantasında bir çorbaya 50 kuruş ödüyor? Yahut hangi millet mensubunun gemiciği, bilmem kaç dönüm tarlalarda yetiştirdiği mısırı ve patatesi ihraç etmesinde öncelik sağlayacağı “politikacı” babası var?

***

Politikalar, insanın insana olan köleliğini ve düzenin işlevselliğini yitirmemesi için halkın önüne atılması gerekli birkaç sosyal yem yasasını yaşatmaktan başka ne halta yarıyor ki insanlığın varlığından bu yana?

***

Bir şey var görüyorum,

Bir şey var biliyorum diyordu şair,

Ve fakat konuşamıyorum..,

Konuşsam,

Asırlarca zindan.

Konuşsam “Komünizm Propagandası”

HHH

Peki tamam sustum, bırakalım sürsün, insanın insana hiç bitmeyen hegemonyası.

LYS

Sabahın saat 6‘sı neden hala ayaktayım? Oysa uyumalıydım saatler önce yaşıtım birçok insan gibi. Ve sabaha uyanmalıydım bin bir heyecanla, ağzımda belki okunmuş pirinç ne faydası olacaksa- belki iyi bir kahvaltı yapmalıydım. Koştur koştur gitmeliydim sonra devletin benim için seçtiği okula.
***
Oysa sabahın 6‘sı saat. Ve ben hala ayaktayım.
***
Ben evde duruyorum, aynadaki yansımam gidiyor okula. Benim yerime o giriyor kasvetli, pastel rengi boyanmış duvarların ve otuz küsur derece sıcağın ortasında, Lisans Yerleştirme Sınavı‘na!

***
On senelerdir rayına oturtulamayan eğitim sisteminin bütün aksaklıklarını sorgulayarak girdim sınava. ÖSS‘den dönüşen LYS‘de ilk gözüme çarpan, 75 dakika hapis zihniyeti oldu. Sınava neden girdik, amacımız nedir, geleceğimiz var mı? Üniversite bitirsek iş bulabilir miyiz? Sadece mezun olmak kâr mı? Sorularını bir kenara bırakarak soruyorum. 75 dakika boyunca bir odaya tıkılmak nasıl bir sistemin, nasıl bir aklın ürünüdür?
***
Benim sınavım yarım saatte bitti belki? 45 dakika tahta bir sırada hiçbir yazı okumadan, hiçbir işle iştigal olmadan oturmam neden isteniyor benden? Beklide devletim benim ileride siyasi olacağımı düşündü; “oturmayı öğrensin, hiçbir iş yapmamayı iyi bellesin” dedi. Bak bir tek o zaman anlarım işte 75 dakika boyunca sınavdan çıkma yasağını ve eğer sınavdan 75 dakikadan önce çıkarsan sınavının iptal edileceği yaptırımını!
***
Durdum düşündüm sonra, ne diyecekti acaba bugünkü haber bültenleri? Eminim Arınç‘tan bahsetmeyeceklerdi;
Üniversite adaylarının yarısının LYS‘ye başvurmadığı şu günlerde Başbakan Yardımcısı Arınç mezun olduğu Manisa Lisesi'ne yaptığı ziyarette eğitim ve sınav sistemiyle ilgili çelişkili açıklamalarda bulundu. Arınç‘ın, üniversitelere giriş sınavının artık YGS ve LYS olarak iki aşamadan oluştuğunu unutarak ısrarla “ÖSS” ifadesini kullandığı dikkat çekti.
***
''ÖSS bir kumar olmaktan çıkmalı. Öğrencilerimiz bu barajları kendi yetenekleriyle, başarıyla aşabilecek bir noktaya gelmeli'' diyen Arınç, Türkiye‘de eğitim sisteminin öğrencilere, sınavları yetenekleriyle ve başarıyla aşmaları konusunda ne kadar yönlendirici ve yararlı olduğunu sorgulamadan “Milli eğitim Türkiye'de çok iyi bir noktaya geldi” şeklinde konuştu.
***
“Lise hayatı sürgün, hapishane hayatı değil”
Arınç, kendi öğrencilik yıllarından bahsederken o zamanlar dershanelerin olmadığını, üniversite sınavlarına kendi derslerinden edindikleri notlarla hazırlandıklarını, şu anda ilköğretim okulu bitmeden öğrencilerin dershanelere başladığını söyledi.
Arınç öğrencileri büyük stres altına sokan sınava hazırlık süreci için de “Lise hayatı bir sürgün, hapishane hayatı değil'' ifadesini kullandı.
***
'Büyük düşünmek lazım'
LYS‘ye girecek öğrencilere de nasihatlerde bulundu. Arınç, kendi yıllarından söz ederek ''O zaman bu kadar milyonlar seviyesinde üniversiteye girmek isteyen yoktu. Siz de başarılı olacaksınız ama kafanızda mutlaka bir ideal olsun. Üniversiteden de iyi bir yerde eğitim yapmak ve hayata atılmak hedefiniz olacak. Büyük düşünmemiz lazım. Dünyada artık bu işler büyük hedefler öne konularak yapılıyor. 5'ten şaşma 6'yı aşma dönemi geride kaldı. 'Liseyi bitireyim de ne olursa olsun' diye bizim dönemimizde düşünülürdü. Lise mezunu o zaman yedek subay olurdu, şimdi üniversite mezunu bile olamıyor” dedi. Arınç, yükseköğretim harçlarıyla ilgili olarak da hükümetin harç kredilerini artırdığını, ancak harçsız üniversitenin Avrupa'da da, dünyada da mümkün olmadığını söyledi.
***
Harçların olmadığı bir dünya mümkün değilmiş!
Yani parasız eğitim hayal, önümde duran ve 45 dakika boyunca beni salona mıhlayan bitirilmiş cevap anahtarı belirdi yine gözümün önünde!
“Sınav süresi 75 dakikadır. Sınav süresi boyunca dışarı çıkamazsınız. Dışarı çıktığınız takdirde sınavınız iptal edilecektir… Diğer sayfaya geçiniz”
***
Irzına defalarca geçilen eğitim sisteminin ve bu sistemin işleyemeyen en büyük çarklarından biri olan üniversiteye giriş sınavının kaç kere değiştirilmiş olabileceğini düşündünüz mü hiç?
***
'13 kez değişiklik yapıldı'
Türkiye‘de bugüne kadar 13 farklı değişikliğe uğrayan yükseköğretime öğrenci seçme sınavı, bu yıl bir çok açıdan tartışma konusu oldu. Sınavın ilk aşaması olan YGS‘de bir çok öğrenci yaşadıkları yerlerden uzaklarda sınava girmek zorunda kalmış, binlerce öğrenci mağdur edilmişti. Bir sorusu da çift cevaplı olduğu için iptal edilen YGS‘nin ardından, YGS sonuçlarına göre LYS tercihi yapabilecek olan 1 milyon 233 bin adayın yarısı tercih yapmadı. Öğrenciler ve ailelerin yeni sınav sistemini tam olarak anlayamadığı belirtiliyor. YGS‘de 180 ile 220 arasında puan alan binlerce öğrencinin ikinci sınavda şansları olmadığının farkında olmaları, sınavın ücreti ve son uygulama ile uzaklara gönderilen öğrencilerin boşuna masraf yapmamak için sınava girmekten vazgeçme noktasına gelmeleri, yükseköğretim seçme sınavını öğrencileri üniversiteden ’uzaklaştırma‘nın aracına dönüştürdü.
***
Düşünüyorum, günümde, gündüzümde, parabollerin ve fonksiyonların içerisinde geçti. Ben gazeteceyim. Muhabirim. Sayfa editleyebiliyorum. Yani mesleki anlamda yapılabilecek her şeyi yapıyorum. Bir iki defa bütün bir gazeteye tek başıma çıkardığım bile oldu. Yani bu işe, bu mesleğe belli bir yetim var. Ama eğer ben fonksiyon çözemiyor, parabol bilmiyorsam, aritmetik düzlüklerden, sistemlerden bir habersem, Basın Yayın mezunu olamıyorum, çünkü Basın Yayın, eşit ağrılık puanıyla alıyor öğrencilerini ve buda matematik ve parabol ve fonksiyon ve binlerce gereksiz bilgi demek oluyor.
***
Benden gazeteci olup olmayacağına, apık sapık bir sınav sistemiyle karar veriyor yani hükümetim, devletim..
***
Ama yine de o en iyisini bilir, o en iyisini uygular..
***
Psikolojileri mezun olmak, sadece okumak öğrenmeden ve salt para odaklı binlerce sürüye selam olsun!

Sevda zamanı

Yoğunlaşması zor saatler bunlar. Verilmesi güç kararların gölgesinde, sözde sevda sözcükleriyle bezeli suretim, çamurdan çıkmış bir fahişeyi andırıyor aynalarda. Akşamlardan utanıyorum. Gündüzlere tahammül edemiyorum. Gömsem kafamı toprağa, ve hiç çıkarmasam yalnızlıklarımı. Sadece bedenimi görse insanlarım ve sadece bedenimden bilseler var olduğumu. Sözde güçlü sayılsam, görülmeyen yalnızlıklarım ve toprak altı suretimle..
***
Çocukluğumun bütün eksiklerini tamamlamak istiyorum seninle ama sen yoksun. Sen bir kelime yakın, romanlarca uzak fakat.. Keşke şimdi… Neyse boşver, sadece konuşabiliyor olmamız bile harikulade bir hadise iken, keşkeli hayaller, Hint fakiri gönlüme ağır gelebilir.
***
Bir moloz yığınısın sen. İçinde sevda kalıntılarının.. Ve bir o kadar dışında. Sancılı bir doğumsun. Doğumusun acıların ve ilacı aynı zamanda.
***
Bir insan sevdimi, hayatının merkezine oturtmalı bütün sevda zamanlarını. Öyle ya, bundandır belki tendeki sonsuzluk..
***
İyi ama neden? Neden bu denli severken, yine aynı şiddette mutsuzluk? İstiyorum. Yanımda ol. Fakat yasak.
***
Mesela aşk. Yasak.
***
Yüzünü görmek yasak.
***
Dudakların,
Ellerin,
Hatta gülümseyin bile yasak.
Unutulmaya yüz tutmuş bir kültürdür sevda, bu coğrafyada, yok olmaması için aynı dili konuşmak gerekir. Ve fakat yasak senin kentinde, başka diller, başka aşklar.. Umutsuzluğun kara lekesi, burada.. Sözünde.. Ama yinede kadınım.. Yinede..
***
KEŞKE..

Gitmek..

Gitmek istiyorum günlerdir. Terk edip gitmek her şeyi.
Böyle bir heyecan,
Böyle garip bir korku,
Öyle gitmek istiyorum ki hiçbir ’dur‘ durduramamalı beni. Hiçbir ilgiye ek olmadan, sıfırdan büyümeliyim yeni hayatımda, yavaşça.
Yavaşça gelişmeli düşünceler ve kurulmalı hayat yavaşça.
Yavaşça belirmeli ilk gelişmeler.
***
Ufak bir evim olmalı, belki tek oda. Araba, telefon ve bir dünya dolası ıvır zıvıra gerek yok. Bir tencerem olsun ve bir çaydanlık, zor günün sevda sonrası bir iki bardak huzur yani.
***
Ama bilgisayarım olmalı, dünyanın bir ucunda, bir oda ve penceresiz bir evde dahi olsam bilmeliyim nerede ne olduğunu. Hangi ülkede hangi tinsel acıların yaşandığını öğrenmeliyim her sabah bir fincan kahveyle birlikte.
***
Bulunacağım yeri tanımalıyım. İnsanlarını, evlerini, yaşamalarını, edebi eserlerini öğrenmeliyim. Ve en önemlisi dillerini konuşabilmeliyim. Sokaklara çıkmalı, saatlerce yürümeli, acılarımdan arınmalıyım daha önce hiç tatmadığım toprak kokusunu, yağmur sonrasında, memleketimden kilometrelerce uzak bir ülkede hissederek en derinden. Düşler kurmalıyım, şimdi olduğu gibi. Gelecek istemliyim gelme ihtimali belki sıfır olan. Ama sıfırdan başlamalıyım her şeye. Ki buna geleceğimde dahil.
***
Sanatını öğrenmeliyim yeni topluluğumun, tarihini. Ve geçmişinden yarınlar doğurabilmeliyim. Kavgadan hiç vazgeçmeyeceğim biliyorum bunu. Çabalamalıyım ne varsa orada haksızdan yana esen, haklıdan yana çevirebilmek için onu.
***
Daha önce düşünmemiştim ama.. Aşık olmalıyım sıfırdan, bütün duygularımı unutmalı, hatıralarımı silmeli, yeniden sevmeliyim. Yeni gözler görmeli, yeniden hissetmeliyim. Yine elele caddeler gezmeliyim; yeni caddeler.
***
Belki çocuğum . . .
***
Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum. Ben insanların arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmanlara da ihtiyacı var.Hem sonra düşünüyorum, sokakları, çocukları..
Sokak çocuklarını düşünüyorum en çok da. Ve benim bıktığım şu hayat için her şeyini verebilecek insanların olduğunu bilmek, yüzümü siliyor, suretimden. Aynalara bakamıyorum yine her zamanki gibi. Ve yine her zamanki gibi sokaklarda yürüyemiyorum böyle günlerde.
***
İçimde var yok dinlemez bir çocuk isteği. Somut mutluluk yok, biliyorum.
Ve seziyorum hayatımda anlamlarında olabileceğini.
Sonra sokaklara çıkıyorum. Sokakları geziyorum. Elinde boya tezgahıyla bir çocuk çıkıyor köhne bir evden. Deniz‘i hatırlıyorum. Mücadeleyi ve hayatı anımsıyorum yeniden. Gardımı bir çift göz uğruna düşürmemeliyim ben. Sağlam basmalı ayaklarım yere.
Karnım tok. Bundan daha önemli bir şey olmamalı hayatımda. Bundan başka bir şey istememeliyim aslında.
***
Ama ruhum? Ölçüsüz derin, okyanuslarda. Ve bir hayatın sonunda artık, seziyorum. Bir hayat sona erdimi bir başka hayat başlamalı, doğanın kanunu bu, biliyorum.
***
Hem şimdi belki, başka bir coğrafyanın bilinmedik bir sokağında, bir çocuk ağlıyordur ve aynı sokakta, gözleri gözlerimde bir kadın. Adı aşk olmaz o zaman salt gidişlerin. Önünde, çabalamak isimli bir bahane başlangıcı belirir, çabalamak ve kavgadan ayrılmadan yol almak.. Sanırım buldum. İşte bütün mesele bu, gitmek kolay, zor olan bahane bulmak.

18 Haziran 2010 Cuma

Yann Tiersen 11 Temmuz’da İstanbul’da


Onu “Amelie” ve “Goodbye Lenin” filmlerinin müziklerinden çok iyi tanıyorsunuz. Ünlü Fransız müzisyen Yann Tiersen 11 Temmuz’da İstanbul’da müzikseverlerle buluşuyor.

Canlı performansları ve albümleri arasında büyük farklılıklar olabilir. Birçok müzik aletini bir arada kullanabileceği gibi, yalnızca gitar ve piyano ile çalışmalar yapabilir. Tamamen emprovize bir kişilik! Yann Tiersen beş yıl aradan sonra 11 Temmuz'da İstanbul'da.

İlk albümü “La Valse Des Monstres”ı 1995 yılında yayımlayan sanatçı, ardından “Rue Des Cascades”, dünya çapında tanınmasını sağlayan “Le Phare”, “Tout Est Calme” ve “L’absente”ın adlı albümlerini çıkarmıştı. Yönetmen Jean-Pierre Jeunet’nin filmi “Amelie”nin müziklerini yapan Yann Tiersen, 2002 yılında “En İyi Film Müziği” dalında Cesar ödülünü kazanmıştı. Tiersen, aynı yıl Dünya Film Müzikleri Ödülleri’nde (WSA) “Yılın En İyi Orijinal Film Müziği” ödülüne de layık görüldü. Amélie filminden önce, Erick Zonca yönetmenliğindeki La Vie Rêvée des Anges (Meleklerin Düş Yaşamı) (1998), André Téchiné yönetmenliğindeki Alice et Martin (1998) ve Christine Carrière yönetmenliğindeki Qui Plume la Lune? (1999) filmlerinin müziklerini de yapan Tiersen, Wolfgang Becker’in 2004 yılı yapımı “Goodbye Lenin / Elveda Lenin” filminin müziklerine de imza attı. Bu çalışmasıyla Alman Film Ödülleri’nde ödül aldı. Fransa’nın en büyük müzik dehaları arasında gösterilen Tiersen, dünya çapında bir tanınırlığa sahip.

Tiersen 11 Temmuz akşamı, 5 yıl aradan sonra, Maçka’daki Küçükçiftlik Park’ta sevenleriyle buluşacak.

17 Haziran 2010 Perşembe

merhabanın izdüşümü..

bir merhabanın izdüşümünde yeniden yazmak, paylaşmak ve paylaşılmak.. yaklaşık üç buçuk aylık bir aranın ardından, tamda başlamamışken gerçek anlamda istenilen seviyede paylaşımlara..

yine, yeni, yeniden..

başlayalım yazınmaya..

itenilen anlamda ve seviyede, paylaşımlar için...

12 Mart 2010 Cuma

'Turhan Selçuk bir devrimciydi...'


Turhan Selçuk dün gece 01:30 sıralarında tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Selçuk, Cumartesi saat 14.00'de Cumhuriyet gazetesi önünde yapılacak bir törenle sonsuzluğua uğurlanacak.

'Abdülcanbaz' karakterinin yaratıcısı Turhan Selçuk, dün tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Selçuk'un ölümünün ardından konuşan dostları, meslektaşları Selçuk'u kaybetmenin üzüntüsünü anlatırken Selçuk'un çizgilerini faşizme ve emperyalizme karşı kullandığını hatırlattılar.

Karikatürcüler Derneği Başkanı Metin Peker, Turhan Selçuk'un ölümünün ardından yaptığı açıklamada üzüntülerinin çok büyük olduğunu ifade ederek, “Turhan Selçuk, ülkenin en önemli devrimcilerindendi. Çizgisini her zaman faşizme ve emperyalizme karşı kullanan, adam gibi adam, insan gibi insan, karikatürcü gibi karikatürcüydü” dedi.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: "NHKM çatısı altında Canlandırma Sanatları başlığı altında oluşturduğumuz ÇİZGİTEK çalışmasına başladığımız şu günlerde Turhan Selçuk'u kaybettiğimizi öğrendik. Turhan Selçuk, Türk karikatürünün modernleşme serüveninde öncü rolü oynamış en önemli birkaç ustadan biridir. Karikatürümüzü evrensel bir dil olarak yaratan ve bu seviyede kendini dünyaya kabul ettiren ilk ustadır. Gerek estetik gerekse inandığı ve savunduğu siyasal görüşleri bakımından da önemli bir sanat insanıdır. 1940'lardan bu yana çizgi alanında hiç durmadan üreten bir ustanın yeri doldurulamaz. Tarihe tanıklık eden çizgileri yanında, duruşu ve çalışkanlığı ile de her zaman örnek bir usta olarak kalacaktır."

Cumhuriyet Gazetesi çizerlerinden, karikatürist Murat Sayın “Turhan baba” diye hitap ettiği Selçuk'un, Türkiye Cumhuriyeti’nin, o eski toprakların mert, sağlam çizerlerinden olduğunu kaydetti. Sayın, “Turan baba bir dönem, bir ekol ve bir duruştu. Onun için de hakkakten çok üzgünüz, çok büyük kayıp. Umarım giden sadece bedenler olur” dedi.

Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Atilla Sertel, "Turhan Selçuk, tartışmasız Türk karikatünün en önemli ismiydi. Bu önemi ve çizerliği önemüzdeki yıllarda da etkisini sürdürecektir. Onun çizgileri genç kuşaklara ilham olmaya devam edecek yeni nesiller, onun çizgilerini unutmayacaktır. Selçuk; aynı zamanda bir düşünür, aydın, yurtseverdi. İlkelerinden hiç ödün vermedi. Çizgileri, çizgilerindeki düşüncelerle bize aydınlığı gösterdi. Türkiye, çok büyük bir değerini yitirmiştir" dedi.

Cumhuriyet Gazetesi karikatüristlerinden Kamil Masaracı yaptığı açıklamada, "Turhan Selçuk, tartışmasız çok önemli isimlerdendi. Önemli çizerliği önümüzdeki yıllarda da etkisini gösterecek. Onun çizgileriyle gençler yetişecek. Çok önemli bir düşünürdü, yurtseverdi. İlkelerinden hiçbir zaman ödün vermedi. Çizgileriyle bize aydınlıkları gösterdi. Siyasetle içiçe bir insandı ve bir karikatürist olarak en iyi örneklerini verdi. Herkesin başı sağolsun. Turhan Selçuk'u çok özleyeceğiz. Milas'ta Turhan Selçuk'un bir karikatür evi hazırlıkları vardı. İsterdik ki, karikatür evinin açılışında orada bulunabilsin ama orada yeni Turhan Selçuk'ların yetişebileceğine inanıyorum" dedi.

Türkiye Komünist Partisi'nden başsağlığı mesajı
TKP Siyasi Büro tarafından Cumhuriyet gazetesine gönderilen başsağlığı mesajında, "Bir aydın kuşağı içinde önemli yeri olan, ülkemiz politik mizahının, politik düşüncesinin yaratıcı kalemlerinden, Cumhuriyet gazetesinin emekçilerinden karikatür sanatçısı Turhan Selçuk'un acı kaybı nedeniyle tüm Cumhuriyet çalışanlarına ve kardeşi İlhan Selçuk'a başsağlığı diliyor, Turhan Selçuk'un kaybının acısını paylaşıyoruz" denildi.

Turhan Selçuk kimdir?
Cumhuriyet'te "Söz Çizginin" köşesinde okurlarıyla buluşan 'Abdülcanbaz' karakterinin yaratıcısı, çizerlerin duayeni Turhan Selçuk 1922’de Milas’ta doğdu. İlk karikatürleri Adana’daki ortaöğrenimi sırasında aynı yerde çıkan Türk Sözü gazetesi ile İstanbul’da Kırmızı Beyaz ve Şut spor dergilerinde yayımlandı(1941). 1943’te Akbaba’nın kadrosuna girdi, 1948’de Tasvir’de karikatürcü ve ressam olarak çalıştı; Refik Halit Karay’ın çıkardığı Aydede’nin baş çizeri oldu. Kardeşi İlhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk (1952), Dolmuş (1956) mizah dergilerini çıkardı. 1949’da, dünyada Steinberg’in öncülüğüyle başlayan modern karikatür anlayışına yöneldi. Yeni İstanbul gazetesindeki yazılarında “grafik mizah”ın karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savundu; çalışmalarını bu yönde sürdürmeye başladı.

Yeni İstanbul, Yeni Gazete, Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde ve Akis, Yön, Devrim, Toplum, vb. dergilerde çizdi. 1957’de Milliyet’te çizmeye başladığı Abdülcanbaz dizisi büyük ilgi gördü. Tiyatroya ve sinemaya uyarlanan bu çizgi romanın bir deseni 1991’de PTT tarafından pul olarak basıldı. 1969’da iki arkadaşıyla Karikatürcüler Derneği’ni kuran Turhan Selçuk 1973’te Sanatçılar Birliği tarafından “Halkın Sanatçısı”, 1983’te Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yılın Karikatürcüsü” seçildi. Yurt içinde ve dışında çeşitli ödüller aldı: Bordighera Altın Palmiye (1956) ve Gümüş Hurma (1962), İppocampo (1970), Vercelli (1975), Sedat Semavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü (1984), Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülü (1997) vb. 1992’de Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi üzerine hazırladğı “İnsan Hakları” konulu sergisi Avrupa Konseyi’nin önerisiyle ilk kez Strasbourg’da açıldı, 1997’ye kadar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve Güney Afrika’da dolaştı. “Barış ve Kitap” konulu karikatürü 1992’de Avrupa Konseyi’nin başlattığı kitap okuma kampanyası boyunca bütün afiş ve dokümanlarda logo olarak kullanıldı. Sanatçı, çalışmalarını Turhan Selçuk Karikatür Albümü (1954), 140 Karikatür (1959), Turhan 62 (1962), Hiyeroglif (1964), Hal ve Gidiş Sıfır (1969), Söz Çizginin (1979) adlı albümlerinde topladı. 1980`de Milliyet`e döndü. Selçuk son olarak Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordu.

'TRT kendi sanatçısını dışlıyor'


TRT İstanbul Radyosu, 11-12 Mart tarihleri arasında “Yayıncılıkta Türk Müziği” başlıklı bir sempozyum düzenleniyor. Ancak sempozyumda kurumun kendi sanatçılarına söz hakkı verilmiyor!

Harbiye'deki TRT İstanbul Radyosu'nda gerçekleştirilen sempozyumun ilk günü olan dün, gerçekleşen üç oturumda tek bir TRT sanatçısına bile konuşmacı olarak yer verilmedi. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ile Basından Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açılış konuşmalarının ardından başlayan oturumlarda, Power FM, Kral Radyo, Açık Radyo, ATV, Şahin Özer Yapımcılık, Ulus Müzik, TMC, Müzikotek, TTNet gibi özel yayın kuruluşlarının ve müzik piyasasının temsilcileri konuştu.

Konu ile ilgili bir açıklama yapan Haber-Sen, “Bu sempozyum programı da ortaya koyuyor ki, TRT yönetimi müziğe piyasanın penceresinden bakmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.

TRT yönetimi TRT sanatçısına karşı
Sendikanın açıklamasında, TRT yönetiminin bu yaklaşımının son sempozyuma özgü olmadığına dikkat çekilerek, geçmişte TRT sanatçıları zararına uygulanan bazı politikalar hatırlatıldı. İşte Haber-Sen'in açıklamasında yer alan o hatırlatmalar:

- 30 Eylül 2004’te dönemin TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz imzalı bir duyuru ile yıllarını TRT’ye vermiş 400’den fazla akitli sanatçının işine son verildi. O gün şöyle demiştik: “Eğer, yıllardır evlerimizde nineyle torun aynı şarkıları mırıldanıyorsa, TRT ve TRT sanatçıları sayesindedir. Edirne’de bir Erzincan türküsüyle hüzünleniyor, Aydın’da bir Trabzon türküsüyle neşelenebiliyorsak, yine TRT ve TRT sanatçıları sayesindedir. TRT olmasaydı, belleklerimize kazınan eserler ve onları yaratan, yorumlayan sanatçılar olmayacaktı. TRT olmasaydı, kuşaklar boyunca kültürümüzü Anadolu’nun her köşesine, hatta dünyaya ulaştırmak söz konusu olmayacaktı. TRT olmasaydı, sanatsal üretim, müzik piyasasının ticari kaygılarına; televole ekranlarının yoz ellerine teslim olacaktı. TRT’nin bu görevini sürdürmesini sağlayan, ses ve saz sanatçılarıdır.”

- Şenol Demiröz’den görevi devralan İbrahim Şahin, TRT’ye gelir gelmez bir yasa değişikliği hazırlattı. Bu taslak Bakanlar Kurulu tarafından onaylandı ve 8 Mart 2008 tarihinde TBMM’ye sunuldu. Yasa tasarısında, TRT sanatçılarının Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmesi öngörülüyordu. Sendikamızın öncülüğünde yapılan eylem ve etkinlikler sonuç verdi, bu düzenleme yasa tasarısından çıkarıldı.

- Ancak İbrahim Şahin, yasa ile yapamadığını daha sonra yönetim kurulu kararı ile gerçekleştirdi. TRT Yönetim Kurulunun RTÜK tarafından onaylanan 4 Eylül 2008 tarih ve 2008/304 sayılı kararı ile boş bulunan bütün stajyer sanatçı, sanatçı, orkestra şefi ve tonmayster kadroları iptal edildi. Dolu kadrolar da şahsa münhasır hale getirildi. Yani bu kadrolar boşaldıkça iptal edilecek, emekli olan sanatçıların yerine yenileri alınmayacaktı. Bu kararla birlikte TRT’ye kadrolu ses ve saz sanatçısı alımı durduruldu.

- Aynı uygulama senfoni orkestralarına da yapıldı. Bu karara göre, senfoni orkestralarında görev yapan solist sanatçıların emeklilik, nakil, ölüm gibi nedenlerle boşalan kadroları iptal edilecek, bu pozisyonlara yeniden solist sanatçı unvanı ile atama yapılamayacaktı. Boşalan “solist sanatçı” kadroları, “sanatçı” kadrosuna da çevrilmedi.

- TRT’ye kadrolu sanatçı alınmazken, yarışmalarda kısa mesaj (SMS) ile dereceye girenler ‘sözleşmeli sanatçı’ olarak çalıştırılmaya başladı.

- Sanatçı kadrolarını iptal eden TRT yönetimi, 24 saat müzik yayını yapan bir kanal açarak kamu kaynaklarını müzik piyasasına aktardı. TRT yönetimi müzik kanalını açarken 400’den fazla ses ve saz sanatçısını görmezden geldi. Müzik kanalının açılışında bir tek kadrolu TRT sanatçısına bile görev verilmedi.TRT müzik kanalıkaliteye değil popülizme, reyting hırsına teslim edildi.

TRT yönetimi yok ettiği miras ile övünüyor
Haber-Sen'in bildirisinde, TRT yönetiminin düzenlemekte olduğu sempozyumun tanıtım metninde kullanılan ifadelerin samimiyetsizliğine de dikkat çekildi. Metinde, şu ifadeler yer alıyor: “Türk Müziğine en korunaklı çatılardan biri de hiç kuşkusuz TRT olmuştur. Abide eserleri toplamış, kaybolup gitmesini önlemiş, Türkiye’nin en zengin THM ve TSM repertuarlarını oluşturmuş, doğru ve güzel icralarla geniş kitlelerle buluşturmuştur. Ayrıca birbirinden değerli saz ve ses sanatçıları yetiştirmiş ve onları istihdam etmiştir. TRT’nin, Türk Müziğine göz ardı edilemeyecek bir başka önemli katkısı da; yetiştirdiği sanatçı kadrolarıyla, diğer eğitim kurumlarının öğretim kadrolarını oluşturmasıdır. Değişen koşullar, gelişen teknoloji, farklılaşan dinleyici-izleyici istekleri doğrultusunda, zamanın gereği olarak düşünülse de, popüler kültürün gelip geçici zevk ve heveslerine heba edilmeyecek bir hazineye sahip olduğumuzun unutulmaması gerekiyor.”

Ancak bildiride de açıkça sıralandığı gibi, kurumun 2004’ten bu yana sanatçı kadrolarını yok etmeye yönelik izlediği politikalar, TRT yönetiminin aslında bu metinde övünülen mirası yok etmek için elinden gelen her şeyi yaptığını gösteriyor!

Haber-Sen, TRT yönetiminin bu metinde tarif ettiği gibi nitelikli bir müzik politikasından söz edilebilmesi için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı: Boşalan kadrolara yeni sanatçılar alınmalı, sanatçıların özgürce üretimine olanak sağlanmalı, müzik piyasa koşullarına terk edilmemeli, bilimsel ve akademik etkinliklerle çıta devamlı yükseltilerek TRT tekrar okul misyonuna kavuşturulmalı.

11 Mart 2010 Perşembe

Rock ve metalin devleri geliyor


Sonisphere 2010 festivali kapsamında Heaven & Hell, Metallica, Megadeth, Alice in Chains ve Rammstein gibi rock ve metalin önemli toplulukları 25-27 Haziran arasında İstanbul'da olacak.

Bu yıl ikincisi düzenlenen, Avrupa kentlerini gezen rock müzik festivali Sonisphere, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinden İstanbul’a uğrayacak. Festival, rock ve metalin birçok efsane grubunu ilk kez Türkiye’ye getirecek.

Festivalde sahne alacak gruplar arasında ilk olarak göze çarpan, efsanevi İngiliz topluluk Black Sabbath’ın 1980 tarihli 'Heaven & Hell' turnesi ve 'Mob Rules' albümü dönemindeki kadrosunun yeniden bir araya gelmesiyle oluşan, geçen yıl ise ilk albümleri 'The Devil You Know'u çıkaran Heaven & Hell.

'Trash metal'in dört büyükleri Metallica, Megadeth, Slayer ve Anthrax da festival kapsamında ilk kez birlikte sahne alacak. Grunge müziğin günümüzde üretimi sürdüren sayılı temsilcilerinden, solist Layne Staley’nin ölümünün ardından oluşturulan yeni kadrosuyla geçtiğimiz aylarda yeni bir albüm çıkaran Alice in Chains, Türkiye’deki dinleyicileriyle ilk kez buluşacak. Almanya'nın son on yılda çıkardığı metal grupları arasından sansasyonel tarzı ile sivrilen Rammstein da Sonisphere ile ilk kez Türkiye’ye gelecek.

Hayko Cepkin, Manga, Foma ve Blacktooth gibi yerli isimler de festivalde yer alacak.

Beşiktaş İnönü Stadyumu’nda gerçekleşecek olan festivalde, konaklama (kamp) imkanı bulunmuyor. Kombine biletler şimdiden satışa çıktı, tek günlük biletler ise ancak kombine biletlerin tükenmesinin ardından satılacak. Bilet fiyatları tek gün için 73 TL’den, kombine olarak ise 121 TL’den başlıyor.

Laz Marks'a 'Başbakan’a hakaret' davası



Leman Kültür ve Canşenliği Oyuncuları'nın bir yıldır sergilediği 'Laz Marks' adlı oyunda "Başbakan’a hakaret edildiği" gerekçesiyle rejisör ve oyuncu Haldun Açıksözlü aleyhinde kamu davası açıldı.

Mizah yazarı ve karikatürist Yılmaz Okumuş'un kaleme aldığı, Leman Kültür ve Canşenliği Oyuncuları'nın sahneye koyduğu, bir yıldır yaklaşık 80 ayrı il ve ilçede 121 defa seyirciyle buluşan 'Laz Marks' oyununa, Başbakan Tayyip Erdoğan'a hakaret içerdiği iddiası ile dava açıldı.

Bir süre önce Rize'de gerçekleştirilen gösterim sonrasında yapılan şikayet nedeniyle, oyunun yönetmeni ve oyuncusu Haldun Açıksözlü hakkında “Başbakan’a hakaret” suçlaması ile soruşturma başlatılmıştı. Soruşturmanın sonuçlanmasıyla, Rize Sulh Ceza Mahkemesi'nde Açıksözlü aleyhinde bir kamu davası açıldığı belirtildi.

12 Mart saat 9.45'te Beyoğlu Adliyesi'ne çağrı
Açıksözlü’nün 12 Mart günü saat 09.45'de Beyoğlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde ifade vereceğini belirten avukatları, yurttaşların, “ifade özgürlüğünü yok etmeye yönelik” böylesi girişimlere karşı sesini yükseltmesinin önemine işaret ederek, kamuoyunu duruşma günü yönetmeni desteklemeye çağırdı.

Türkiye Tiyatrolar Birliği:
Sanatın eleştirisini yargı değil kamuoyu değerlendirir
Türkiye Tiyatrolar Birliği de konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Başbakan da dahil, devlet yetkililerinin yergi biçiminde bile olsa eleştiriye alışmaları gerektiği vurgulanan açıklamada, bu yergilerinin doğru olup olmadığının ancak kamuoyu nezdinde değerlendirilebileceği belirtilerek, “Resmi yargıya sanatsal otorite işlevi yüklenmesi, politikacıların çokça dillerine doladıkları halkın sağduyusuna güvensizlik anlamına geldiği gibi, sanat aracılığıyla suç işlenebileceği yargısını yerleştirme işlevi görmektedir. Tiyatro bir eylem sanatıdır; tiyatro eylemi göstermek ve seyircinin yargısına sunulmak üzere gerçekleştirilir. Ayrıca resmi bir mahkeme heyetinin yargısına sunulmasını gerektirmez. Gerektirir diyenler, halk iradesini, seyirci iradesini, sanatçı iradesini yok saymış olurlar” denildi.

Birlik, Laz Marks oyununun içerdiği Başbakan yergisi gerekçe gösterilerek yargı konusu yapılmasına bu nedenle karşı çıktıklarını açıklayarak, 12 Mart'ta görülecek davada Açıksözlü ve arkadaşlarının yanında yer alacaklarını duyurdu ve kamuoyunu da duruşma günü destek vermeye çağırdı.

21. Ankara Film Festivali bugün başlıyor


21. Ankara Uluslararası Film Festivali bugün başlıyor. Festivalde 30 ülkeden uzun, kısa, belgesel, kurmaca, canlandırma ve video olmak üzere 300'ü aşkın eser gösterilecek.

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 21. Ankara Uluslararası Film Festivali, bu akşam saat 19.30'da, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu'nda düzenlenecek açılış töreniyle başlıyor.

30 ülkeden 200'ü aşkın filmle 21 Mart'a kadar sürecek festivalde, çeşitli başlıklar altında, Türkiye’de ilk kez gösterilecek filmlerden 'kült' filmlere kadar, toplamda 300'den fazla film gösterilecek.

Gösterimler geçtiğimiz aylarda yenilenen Batı Sineması başta olmak üzere, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi ve Alman Kültür Merkezi’nde (Goethe Institut) yapılacak. Biletler bu yıl 12.00 seansında 2,50 TL 14.30-17.00 seanslarında 5 TL, 19.15-21.30 seanslarında da 10 TL olarak ücretlendirildi.

Ustaların son filmleri
‘Usta İşi’ bölümünde Takeshi Kitano’nun Akiresu to kame (Aşil ve Kaplumbağa, 2008), Michael Haneke’nin son filmi Das weisse Band (Beyaz Kurdele, 2009), Costa Gavras’ın son filmi Eden à l'Ouest (Cennet Batıda, 2009), Peter Greenaway’in Rembrandt's J'accuse (Rembrandt: İtham Ediyorum, 2008), Robert Guédiguian’ın “Hitler'in öldürttüğü Adıyamanlı” olarak bilinen şair Missak Manuşyan’ın işgal altındaki Fransa’da Nazilere karşı direnişini anlattığı son filmi L'armée du crime (Suç Ordusu, 2009) ve Theodoros Angelopoulos’un son filmi I skoni tou hronou (Zamanın Tozu, 2008) gösterilecek.

Geçtiğimiz yıl yaşamını yitiren Fransız Yeni Dalgası’nın efsane ismi Eric Rohmer, 100 yıl önce doğan Akira Kurosawa ve 110 yıl önce doğan Luis Buñuel, program kapsamında gösterilecek olan ikişer filmleriyle anılacaklar.

Dünyanın her köşesinden kısa ve uzunlar
‘Dünyanın Her Köşesinden’ bölümünde Meksika’dan, Avustralya’ya, Gürcistan’dan Finlandiya’ya dünyadaki en önemli film festivallerinde gösterilen ya da keşfedilmeyi bekleyen ilginç filmler var. ‘Bir Ülke: Brezilya’ bölümünde ise Brezilya sinemasının son 10 yılının önemli örnekleri seyirciyle buluşacak. ‘Afgan Rüyası’ bölümünde de Afganistan’daki güncel gelişmelere değinen üç film yer alıyor.

Tüm dünyadan kısa filmler, festivalin gelenekselleşen ‘Kısa Sınır Tanımaz’ bölümü altında gösterilecek. Ayrıca dünyanın en önemli kısa film festivallerinden biri kabul edilen Clermont-Ferrand Kısa Film Festivali’nin Ankara Film Festivali için hazırladığı bir seçki de seyirciyle buluşacak.

‘İktidar ve İsyan’ bölümünde de dünya çapında adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı isyanın gerekliliğini vurgulayan 13 film gösterilecek.

Canlandırma filmler
Canlandırma sanatçıları Meral ve Cemal Erez’in İpler, Haset-Kayıp Masallar, Bakanı Kutlarken adlı kısa filmleri ve Sezen Aksu’nun Goran Bregoviç uyarlaması Kalaşnikof şarkısı için hazırladıkları klip, festivalin Ankaralı seyircilerle buluşturacağı ilginç çalışmalardan.

Çin'den İran'a, Macaristan'dan Rusya'ya farklı teknikler ile farklı hikayeler anlatan 11 kısa canlandırma, 'Başka Bir Evren' bölümünde gösterilecek.

Geceyarısı gösterimleri
Korku-gerilim sinemasından üç kısa film ve bir uzun metrajlı film, ‘Geceyarısı Sineması’ başlığıyla programa alınmış. Festivalin ‘Beyaz Gece’ ve ‘En Kısa Gece’ adlarıyla gelenekselleşen gece yarısı gösterimleri de bu yıl Batı Sineması'nda Ankaralı sinemaseverlerle buluşacak.

Video’dan kurgu ve sese atölye çalışmaları
Video sanatına ayrılan ‘Video: BellekMekan’ başlıklı gösterim kapsamında Harun Farocki, Antoni Muntadas, Genco Gülan ve Hakan Akçura’nın çalışmaları sergilenecek. Ege Berensel ve Andreas Treske'nin küratörlüğünde Harun Farocki, Genco Gülan ve Hakan Akçura video atölyeleri yapacak.

Atölye çalışmaları bununla sınırlı değil. Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan, 2004) filminde Michel Gondry ve Charlie Kaufman ile birlikte en iyi senaryo Oscar’ı alan Pierre Bismuth, yeniden kurguladığı Hollywood filmlerini ve bazı video işlerini götüreceği bir atölye oluşturacak. Ufuk Önen ve Gerard Labady de sinemada ses ve müzik kullanımı üzerine birer atölye gerçekleştirecekler. Hakan Aytekin, Dominic Morisette ve Sandy Lieberson da birer atölye sunacak. Alman Kültür Merkezi ve Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleşecek olan atölyeler ücretsiz. Ancak katılım için önceden festival görevlilerine başvurmak gerekiyor.

Festivalde yarışacak filmler
Festivalin Ulusal Uzun Film Yarışması bölümünde 11 film yarışacak, 16 dalda ödüller verilecek. Yarışma için belirlenen filmler alfabetik sırayla şöyle: Pelin Esmer'in yönettiği 11'e 10 kala, Cemal Şan'ın yönettiği Acı, İlksen Başarır'ın yönettiği Başka Dilde Aşk, Atıl İnaç'ın yönettiği Büyük Oyun, Mahir Egemen Ertürk'ün yönettiği Çıngıraklı Top, Murat Saraçoğlu'nun yönettiği Deli Deli Olma, Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın yönettiği İki Dil Bir Bavul, Özlem Akovalıgil'in yönettiği Kako Si?, Mehmet Bahadır Er ve Maryna Gorbach'nın yönettikleri Kara Köpekler Havlarken, Aslı Özge'nin yönettiği Köprüdekiler, Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu'nun yönettikleri Orada. Yarışmanın jürisi Ertan Yılmaz, Mahir Günşiray, Tayfun Pirselimoğlu, Fırat Yücel ve Hasan Ali Toptaş’dan oluşuyor.

Ulusal Kısa Film Yarışması ise üç ayrı kategoride gerçekleştirilecek. Yarışmada kapsamında 10 kurmaca, 10 canlandırma ve 8 deneysel olmak üzere toplam 28 film yarışacak, her üç kategoride birer film ödüllendirilecek.

Ulusal Belgesel Film Yarışması’nda, 9 profesyonel, 8 amatör olmak üzere toplam 17 belgesel film yarışacak, her iki kategoride en iyi üç belgesel seçilecek.

Kristal Gece NHKM'de


Nevzat Süs'ün yönetmenliğini yaptığı Kristal Gece (Anne Frank'ın Hatıra Defteri) adlı oyunun prömiyeri 13 Mart'ta NHKM'de yapılacak.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde yönetmenliğini Nevzat Süs’ün yaptığı Kristal Gece (Anne Frank’in Hatıra Defteri) adlı oyun izleyicisiyle buluşuyor. 13 Mart’ta prömiyeri yapılacak olan oyun 20 Mart’ta NHKM’de, 2 Nisan’da ise Kanat Sanat Tiyatrosu’nda oynanacak.

Adorno, Borchert, Artaud, Teber metinlerinden uyarlanan oyunun yönetmenliğini Nevzat Süs yapıyor. Oyunda Müge Saut, Tuğba Birincioğlu, Tuğba Begde, Halil Ersan, Suat Oktan, Cansu Fırıncı rol alıyor.

Oyun seyircisini şu sözlerle çağırıyor:

Vahşet ve kıyımla yok edilen bir toplumdan hâlâ izler taşıyoruz. Binlerce insan, bugün olduğu gibi geçmişte de yok edildi. Bedenlerin eridiği krematoryumlara sürüklenenlerin isi ciğerlerimize yapıştı, yüzyıllar boyu nesilden nesile geçti ve gösterişli vahşetleri, bütün dünyanın insanlık ailesinde yaşıyor!

II. Dünya savaşı sırasında Anne Frank ailesiyle beraber iki yıl boyunca Nazilerin zulmünden kurtulmak için bir evde saklanmak zorunda kalırken, günümüz insanı da kurgulanmış küçük dünyalarında saklanmak zorunda bırakılmadı mı?

Fakat bu oyun yalnızca Nazilerin vahşetini anlatmıyor! Kristal Gece’nin zamanı ve mekânı yoktur. Tüm çağlar üzre, yakılan insan bedeni, tecavüze uğrayansa insan aklıdır. Biz yalnızca şu soruyu soruyoruz: İnsan olmayı başarabildik mi?

Çünkü hangi zamanda yaşanırsa yaşansın, on üç yaşında bir kız hayatta kalabilmek için tavan arasında saklanıyorsa, bütün insanlık bir kuyunun dibinde demektir:

—Bir gün karanlık bir kuyunun içinde buldum kendimi. Kuyunun duvarlarına ellerimi sürüp kokusunu duyumsadım, kan ve ceset kokusu her yanı sarmıştı. Kuyunun dibi kanlı sularla doluydu ve sudan içmek isteyen insanlar makaralarla kovalarını sallandırıp, kanlı suyu çekip içiyorlardı. Suyun her damlasında vücutlarına bir irin bulaşıyor ve naralar atarak her yere mezarlıklara bile saldırıyorlardı. Bense kuyunun dibinden korku dolu gözlerle onlara bakıyordum. Beni görmediler… Sonra bu insanların yüzlerindeki organları yer değiştiriyordu sanki ağızları alınlarına kulakları çenelerine geliyordu. İlginç bir dağ yaratığına doğru değişiyordu hepsi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorken tekrar uykuya daldığımı anımsıyorum. Renk renk çiçekler kokluyordum düşümde. İnsana dair tüm renkler çiçeklerde toplanmış gibiydi. Güzeldi çiçekler…

Kuyunun dibinden çıkarmaya, kendinizle yüzleşmeye hazır değilsiniz. Ama bunu yapmak zorundasınız!”

Oyunun programı ve sahnelendikleri yerler ise şöyle:

Prömiyer: 13 Mart C.tesi Saat: 19.30 Nâzım Hikmet Kültür Merkezi/Kadıköy
20 Mart C.tesi Saat:19.30 Nâzım Hikmet Kültür Merkezi/Kadıköy
2 Nisan Cuma Saat: 19.30 Kadıköy Sanat Tiyatrosu (KAST)
Nâzım Hikmet Kültür Merkezi: Ali Suavi Sk. No: 7 Bahariye-Kadıköy
Tel: 0216 414 22 39
Kadıköy Sanat Tiyatrosu: Caferağa Mah. Neşet Ömer Sok.
No: 9 Kat: 3 Kadıköy/İSTANBUL
Rıhtım Tansaş Market ve Akmar Pasajı yanı
Fima (Final Marketing) 3. kat

8 Mart 2010 Pazartesi

HERŞEYE RAĞMEN TİYATRO


İstanbul Bahçelievler Belediyesi’nin 4 yıldır aralıksız olarak düzenlediği ‘Genç Sahne Tiyatro Festivali’ bu yıl 17-28 Mart tarihlerinde Bahçelievler Belediyesi-Yeni Sahne’de gerçekleşecek. ‘Herşeye rağmen tiyatro” söylemi ile yola çıkan bu ulusal nitelikli festival; profesyonel, amatör, üniversite ve lise topluluklarını ağırlayacak.
Bahçelievler Belediyesi’nin 10 gün boyunca ev sahipliği yapacağı festival, gençlerin sahnelerdeki varlığına tanık olmayı ve izleyiciyi genç sanatçı adaylarıyla buluşturmayı hedefliyor. Ayrıca zor şartlara rağmen ayakta durmaya çalışan genç sanatçılara bir teşekkür niteliğinde olacak olan bu organizasyonda, gençlere ‘genç sahne’yle kendini tanıtma imkânı sunulması da amaçlanıyor.
Birbirinden farklı yerli ve yabancı metinlerle, izleyiciye değişik lezzetler tattırma hedefiyle yola çıkan ‘ Genç Sahne Tiyatro Festivali’nin profesyonel ve amatör genç tiyatrocular için de tanışma imkânı olacağı düşünülüyor.

Festivalde 22 tiyaro!
17 Mart Çarşamba günü başlayacak olan festivalde; Oyuncu Tayfası, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tiyatro Topluluğu, Mimikomedi Tiyatrosu, Sürç-ü Lisan Doğaçlama Tiyatro Topluluğu, Fatih Belediye Tiyatro Topluluğu, Kağıthane Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Topluluğu, Menemen Belediyesi Tiyatro Topluluğu, Turkcell Tiyatro Topluluğu, Tevitöl Sahnesi, DestAR-Tiyatro, İstanbul Üniversitesi Psikoloji Oyuncuları, Tiyatro Fatih, Gibi Yapanlar Tiyatro Topluluğu, Drama Kumpanya, Tiyatro 212, Atölye Tayfası, Ehl-Keyf Doğaçlama Tiyatro Topluluğu, Tiyatro Açıkça, Tiyakomedram, Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü, Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları, Kar Yapım oyunlarıyla seyirciyle buluşacak. www.oyuncutayfasi.com.tr (BirGün)

5 Mart 2010 Cuma

İranlı yönetmen Panahi gözaltında


Gözaltına alınan İranlı yönetmen Cafer Panahi'nin, 2009'daki seçim ve sonrasındaki sokak gösterilerine ilişkin bir film hazırlığı içinde olduğu iddia edildi. Oğlu ise "rejim karşıtı film" iddiasını yalanladı.

İranlı Azeri yönetmen Cafer Panahi, geçtiğimiz Pazartesi gecesi ailesi ve evindeki konukları ile birlikte gözaltına alınmıştı. Panahi’nin eşi ve kızının da aralarında bulunduğu 14 kişi dün serbest bırakılırken, Cafer Panahi, Muhammed Rassulof ve Mehdi Purmussa halen gözaltında.

Panahi ve yakınlarının gözaltına alındığı haberi Salı günü, Ahmedinejad muhalifi hareketin internet sitelerinden Rahesabz’da yer almıştı. Panahi’nin baskın sırasında evde olmayan oğlunun verdiği bilgiye göre, ünlü yönetmenin evi sivil giyimli polisler tarafından basılmış, evdeki bilgisayarlara ve pek çok belgeye de el konulmuştu.

Haberin batı basınında da yer alması üzerine konuyla ilgili açıklama yapan Tahran Başsavcısı Abbas Jafari Dolatabadi, Panahi’nin gözaltına alındığını doğrulamış, ancak olayın siyasi boyutunun olmadığını savunarak, “Sanatçı olmasıyla ilgili ya da siyasi bir durum değil. Birtakım suçlar işlediğinden şüpheleniliyor. Soruşturma sürüyor" demişti.

"Rejim karşıtı film çekeceği için tutuklandı" iddiası
Ancak muhalif medya organlarından Tabnak’a göre, Panahi rejim karşıtı bir film hazırlığı içinde olduğu için tutuklandı. İddiaya göre Panahi, İran’da Haziran 2009’da gerçekleştirilen tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimleri ile seçim sonuçları açıklandıktan sonra patlak veren sokak çatışmaları hakkında bir film yapmaya hazırlanıyordu. Hazırlıkları gizlice sürdürülen ve yurtdışında çıkarılarak gösterilmesi planlanan filmden haberdan olan devletin, bir baskınla Panahi ve arkadaşlarını gözaltına aldığı söyleniyor.

Yönetmenin oğlu Panah Panahi ise bu iddiayı yalanladı. Muhalefet lideri Mir Hüseyin Musavi’nin resmi internet sitesi olan Kamele’de yer alan açıklamada, "Babam rejim karşıtı ya da güncel olaylarla ilgili herhangi bir film yapmamıştır. Ancak bu gözaltılar esnasında babam izinleri alınmış olan bir film projesi yürütüyordu” ifadeleri yer alıyor.

50 yaşındaki Cafer Panahi, geçtiğimiz ay gerçekleşen Uluslararası Berlin Film Festivali’nin onur konukları arasında olmasına karşın ülke dışına seyahat etmesi yasaklandığı için festivale katılamamıştı. Panahi ve ailesi, 2009 yazındaki seçim sonrasında yaşanan sokak gösterilerinde ölen Nida Ağa Sultan’ın cenazesine katıldığı için de kısa bir süreliğine gözaltında tutulmuştu.

Kadın sorununa eğilen filmleri ile tanınıyor
Tahran Üniversitesi Sinema-Televizyon Bölümü mezunu olan Panahi, bir süre ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin yardımcısı olarak çalıştıktan sonra çektiği Beyaz Balon (1995), Ayna (1997), Daire (2000), Kanlı Altın (2003) ve Ofsayt (2006) adlı filmleri ile dünya çapında ilgi uyandırdı. Yeni-gerçekçiliğe yakın bir tarzı olan yönetmen, bunun yanında İran sinemasının genelinde olduğu gibi metaforlara da sıkça başvuruyor.

Yönetmene uluslararası festivallerde ödül getiren "Daire" ve "Ofsayt" filmleri, İran'ın büyük kentlerinde gündelik hayattan kesitler sunarak kadınların kamusal alandan dışlanışını eleştiriyor. Daire ile 2000 yılında Venedik’te Altın Aslan ödülünü alan Panahi, Ofsayt ile 2006 yılında Berlin’de Altın Ayı'ya layık görülmüştü. "Kanlı Altın"da ise, günümüz İran toplumunda zenginler ve yoksullar arasındaki uçurumun bir emekçinin yaşamı üzerindeki yıkıcı boyutları işleniyor.

Panahi’nin de aralarında olduğu birçok İranlı yönetmenin filmleri İran’da gösterim şansı bulamazken uluslararası film festivallerinde ilgiyle izleniyor. Ülkede filmlerin senaryodan gösterim aşamasına dek sıkı bir denetimden geçiriliyor olması, rejime muhalif olduğu ya da dini kurallara uymadığı saptanan filmlerin sansüre takılması, birçok yönetmenin filmlerini kendi ülkelerinde göstermeyi gözden çıkararak doğrudan yurtdışındaki festivallere yönelik çalışmalarına neden olmuş durumda.

Türk sinemasının acı kaybı


Yılmaz Duru'nun cenazesi, Teşvikiye Camisinde ikindi vakti kılınacak.
Yılmaz Duru'nun cenazesi, Teşvikiye Camisinde ikindi vakti kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek. 1933 yılında Adana'da dünyaya gelen Duru, 1944'te ''Ses'' operetiyle sahneye çıkarak sanat yaşamına adım attı. Duru, bir dönem profesyonel dansçılık yapmasının ardından 1954 yılında oyunculuğa başladı.

Amerika'ya giderek dans öğretmenliği yapan Duru, orada sinema ve televizyon üzerine eğitim alıp, Türkiye'ye döndükten sonra Tura Film adlı bir şirket kurarak yönetmenlik ve yapımcılığa başladı. ''Ekmek Kavgası'' adlı filmle yönetmenliğe başlayan Yılmaz Duru, senaryo çalışmalarının yanı sıra 3 filmin müziklerine de imza attı.
Altın Portakal Ödülü sahibi de olan Duru, ''İnce Memed Vuruldu'', ''Dövüşe Dövüşe Öldüler'', ''İnce Cumali'', ''Zalimler'', ''Erkekler Ağlamaz'' gibi filmlerin yönetmenliğini üstlendi.Duru'nun rol aldığı filmler arasında, ''Çete Şeyh'', ''Ahmed'in Gözdesi'', ''Beni Şafakta Vurdular'', ''Hancı'', ''Ölmek İstiyorum'', ''Gecelerin Hakimi'', ''Acı Zafer'' ve ''Dünya Kadınla Güzel'' adlı yapımlar bulunuyor.

Oscar Ödülleri'nde skandal


Oscar'a aday olan "The Hurt Locker" filminin prodüktörü Nicolas Chartier'in Oscar törenine gelmesi yasaklandı.
Chartier'in 19 Şubat'ta yolladığı "Bize oy verin" e-maili jüri üyeleri arasında tepki yarattı. Pazar günü dağıtılacak Oscar ödüllerinde en iyi film adayı olan ve favoriler arasında yer alan "The Hurt Locker" filminin kazanması için kural dışı yollara başvuran Fransız yapımcı Cartier'in, yolladığı e-mailde Avatar filmini kastederek, "500 milyon dolarlık filmler yerine bize oy verin" yazdığı belirtildi.
Olayın ardından açıklama yapan Mr. Chartier özür dileyerek yaptığının aptallık olduğunu ve ilk kez Oscar'a aday oluşunun bu tavrı için bir bahane olamayacağını, bundan büyük pişmanlık duyduğunu belirtti.

Fazıl Say Abu Dabi'de


Piyanist ve besteci Fazıl Say, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de düzenlenen Al Ain Klasik Müzik Festivali’nde izleyici karşısına çıkacak.
"Abu Dabi Klasik" tarafından düzenlenen Al Ain Klasik Müzik Festivali’nde sahne alacak olan Say, konserde kendi eserlerinin yanısıra George Gershwin’in solo piyano ve caz orkestraları için bestelediği "Rhapsody in Blue" adlı eserini yorumlayacak. Konserde Fazıl Say’a, Şef Daniel Harding yönetimindeki Mahler Oda Orkestrası eşlik edecek.
1898 yılında yapılan ve "Arap Körfezi’nin bahçesi" olarak adlandırılan Al Jahili Kalesi’nin etkileyici atmosferinde düzenlenen festival, doğulu ve batılı müzisyenlerin buluşma noktası kabul ediliyor.

2 Mart 2010 Salı

Caz Festivali Bugün Başlıyor

Adnan Saygun Sanat Merkezi, dünyaca ünlü sanatçıları 17. İzmir Avrupa Caz Festivali’nde ağırlayacak. 17 Mart’a kadar sürecek festivale Avrupalı sanatçılarından büyük destek var.
AHMED Adnan Saygun Sanat Merkezi (AASSM), 17. İzmir Avrupa Caz Festivali kapsamında dünyaca ünlü isimleri ağırlayacak. İKSEV’in düzenlediği festivale, Büyükşehir Belediyesi’nin dışında İtalyan, Fransız, Alman ve Avusturyalılar da destek veriyor.

Yedi konser bir gösteri

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve açıldığı Aralık 2008’den bu yana İzmir’in kültür-sanat yaşamına önemli bir canlılık getiren Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi (AASSM), şimdi İzmir Avrupa Caz Festivali’ne hazırlanıyor. Yedi konser, bir gösteri, bir seminer, atölye çalışması ve sergiden oluşacak olan Festival, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yanı sıra, İzmir İtalyan Konsolosluğu, İzmir Fransız Kültür Merkezi, Goethe Enstitüsü- İzmir ve Avusturya Kültür Ofisi işbirliğiyle yapılacak.

Muhteşem açılış

İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) tarafından bugün başlayıp-17 Mart’ta sona erecek 17. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin açılışı dünyanın sayılı koreograflarından ünlü Flamenko dansçısı Antonio Najarro ve Dans Topluluğu tarafından “Jazzing Flamenco” ile yapılacak.

SERGİ VE SEMİNERLER

17. İzmir Avrupa Caz Festivali kapsamında düzenlenecek sergi de, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde İzmirliler ile buluşacak. Festival sonuna kadar açık kalacak olan “8. Caz Afiş Yarışması” kapsamında sergilenmeye değer bulunan 23 afiş, 17 Mart’a kadar AASSM’de gezilebilecek. Yarışmaya katılan 135 afiş arasından Sinan Kapçak’ın çalışması birinci seçilmişti. Festival kapsamında düzenlenecek olan seminer ise 5 Mart 2010 Cuma günü saat 19.00’da İKSEV Salonu’nda yapılacak.

FESTİVAL PROGRAMI

- 2-17 Mart: 8’inci Caz Festivali Afiş Yarışması Sergisi

Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi (AASSM)

- Bugün / 20.30 Açılış Gösterisi (AASSM Büyük Salon)

“JAZZING FLAMENCO”ANTONIO NAJARRO DANS TOPLULUĞU

- 4 Mart Perşembe / 20.30 (AASSM Küçük Salon) “On The Road To Damascus”

LUIGI CAMPOCCIA QUARTET feat. ÖNDER FOCAN & ŞENOL FİLİZ Luigi Campoccia, piyano / Daniele Malvisi, tenor ve soprano saksofon / Rossano Gasperini, bas / Paolo Corsi, davul ve perküsyon / Önder Focan, gitar / A.Senol Filiz, ney

- 5 Mart, Cuma / 19.00 (İKSEV Salonu) Seminer: “100 YILLARA DJANGO REINHARDT”

Konuşmacı: Francesco Martinelli, caz tarihçisi

- 7 Mart, Pazar / 20.30 (AASSM Küçük Salon) AÇIK CAZ ORKESTRASI Final Konseri

- 9 Mart, Salı / 20.30 (AASSM Küçük Salon) LAIA GENC- LIAISON TONIQUE 5 Daniel Casimir, trombon / Alban Darche, saksofon / Laia Genc, piyano / Sebastian Gramss, bas / Nils Tegen, davul

- 10 Mart, Çarşamba / 20.30 (AASSM Küçük Salon) MATTHIAS SCHRIEFL 6, ALPS & JAZZ Niels Klein, klarinet, saksofon / Florian Trübsbach, obua, klarinet, piccolo flüt, saksofon / Federico Aluffi, fagot, tenor saksofon / Jeffrey A. “Jam” McGuire, korno / Peter Heidl, flüt, tenor saksofon / Matthias Schriefl, trompet, flugelhorn, sousaphone

- 13 Mart, Cumartesi / 20.30 (ASSM Küçük Salon) ANDY MANNDORFF TRIO Andy Manndorff, gitar / Achim Tang, bas / Reinhardt Winkler, davul

- 15 Mart, Pazartesi/ 20.30 (AASSM Küçük Salon) JEFF GIANSILY QUARTET Jef Giansily, piyano / Engin Recepoğulları, saksofon / Kağan Yıldız, bas / Ferit Odman, davul

- 17 Mart, Çarşamba / 20.30 (AASSM Büyük Salon) FATIMA SPAR AND THE FREEDOM FRIES

Fatima Spar, vokal / Alexandar Wladigeroff, trompet / Andrej Prozorov, saksofon / Milos Todorovski, akordeon / Florian Wagner, gitar / Philipp Moosbrugger, bas / Erwin Schober, davul

USTALARIN KONSERi

Festival kapsamında Luigi Campoccia, Daniele Malvisi, Rossano Gasperini ve Paolo Corsi’den oluşan Luigi Campoccia Quartet; 5, 6 ve 7 Mart günleri genç cazcılarla atölye çalışması yapacak. Bu çalışmalara katılan iki genç sanatçı burslu olarak İtalya’daki Uluslararası Siena Ustalık Sınıfları’na katılma hakkı kazanacak. Açık Caz Atölyesi’ne katılan tüm öğrenciler, 7 Mart 2010 Pazar günü saat 20.30’da AASSM Küçük Salon’da ustalarıyla birlikte konser verecekler. Konser, ücretsiz olarak gerçekleşecek.

Bizans Sergisi ile Geçmişe Yolculuk

Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenen "Bizans - ihtişam ve Günlük Yaşam" adlı sergide, hem imparatorluğun ihtişamlı geçmişi hem de günlük yaşama ilişkin ayrıntılar sergileniyor.

Pek çok ülkede bulunan müzelerde, Bizans imparatorluğu ile ilgili sayısız eseri görmek mümkün. Ancak bunlar çoğunlukla imparatorluğun ihtişamını gösteren mücevher, fildişi işçiliği ve mozaik gibi eserleri içeriyor. Bonn'daki Federal Almanya Sanat ve Sergi Merkezi Bundeskunsthalle'de, Bizans imparatorluğu'nun tarihine derin bir bakış açısı sunan yeni bir sergi açıldı. "Bizans – ihtişam ve Günlük Yaşam" adlı sergide, çoğu müzenin aksine, Bizanslıların günlük yaşamına dair ayrıntılı bilgi edinmek de mümkün. 600'den fazla sanat eseri, kısa film çalışması ve mimarî eserin yer aldığı sergi, 13 Haziran'a kadar açık kalacak. Sergi Müdürü Katharina Chrubasik, ayrıntıları Deutsche Welle

Serginin hedefleri

Bizans imparatorluğu, inşa ettiği görkemli yapıların yanı sıra bıraktığı sanat eserleriyle de özellikle sanat tarihi açısından çok önemli bir uygarlık. imparatorluğun yıkılmasının üzerinden tam 567 yıl geçti ancak izleri hâlâ yaşıyor. Günümüzde, Ortodoks kilisesi, adalet sistemi, arkeoloji ve güzel sanatlarda Bizans imparatorluğu'nun mirasını görmek mümkün.

"Bizans – ihtişam ve Günlük Yaşam" adlı sergide de imparatorluğun toplumsal ve kültürel yaşamına ışık tutulmaya çalışılıyor. Sergi Müdürü Katharina Chrubasik, sergiyle ilgili hedeflerini şöyle açıkladı:

"Öncelikle insanlara Bizans imparatorluğu'nun ne boyutta gelişmiş olduğunu göstermek istedik. Ayrıca daha önceki sergilerde sıklıkla gösterildiği gibi her şeyin ihtişam, altın ve fildişinden ibaret olmadığını vurgulayıp, insanları dönemin günlük yaşamına biraz daha yakınlaştırmaya çalıştık."

Hazırlık aşaması dört yıl sürdü

Sergi için dört yıldan uzun bir süre çalıştıklarını kaydeden Chrubasik, aralarında Fransa'daki Louvre Müzesi ve British Museum'un da yer aldığı dünya genelindeki pek çok müze ve sanat merkeziyle ülkeyi ziyaret ettiklerini söyledi:

"Hazırlık aşaması, toplamda 4 yıl aldı. Önce serginin konseptini hazırladık. Daha sonra ziyaretler başladı. Tüm ülkeleri dolaştık. Son iki yıl içinde de burada Federal Almanya Sanat ve Sergi Merkezi'nde organizasyonun tüm hazırlığı için çalıştık. Bizans yaşamının iki yönünü de yani hem ihtişam ve şaşaasını hem de günlük yaşamını içeren bir sergi hazırlamaya çalıştık."

600'den fazla eser

Bundeskunsthalle'de 600'ü aşkın eseri görmek mümkün. 527-565 yılları arasında imparatorluk'un en parlak dönemi olan ı. Jüstinyen döneminden istanbul'un 1204 yılında Haçlılar tarafından talan edildiği döneme kadar olan eserler, serginin merkezini oluşturuyor. Chrubasik, eserler hakkında şu ayrıntıları veriyor:

"Heykeller, mimari eserlerin bir bölümü, fildişi eserleri, mücevher; istanbul ve Bizans imparatorluğu'nun ihtişamı ile bağdaştırabileceğiniz her şeyi görmeniz mümkün. Ama aynı zamanda kilden yapılmış kap kacak ve normal insanların giydikleri giysiler gibi sıradan günlük yaşama ait parçalar da var."

Kısa filmler hazırladı

Hazırlanan bilgisayar tasarımlarını ya da kısa filmleri izleyerek, Bizans imparatorluğu'nun toplumsal ve kültürel yaşamıyla ilgili daha kapsamlı bilgi edinmek de mümkün. Öte yandan sergi, belirli tematik başlıklara ayrılmış. Farklı isimlerle adlandırılan odalarda, imparatorluk yaşamı, kültürü ve dini rituallere ilişkin bilgi edinilebilir. Örneğin, istanbul'dan başlayıp, Sina Dağı'ndaki Katharina Manastırı ve Suriye'deki Saint Simeon Kilisesi'ne geçerek dini yaşama, Efes'in sergilendiği odada günlük yaşam ve Yunanistan'ın Monemvasai bölgesinin sergilendiği odada da imparatorluğun askerî gücüne ilişkin ayrıntıları öğrenebilirsiniz.

Doğu Roma imparatorluğu olarak da adlandırılan Bizans imparatorluğu, bin yılı aşkın bir tarihe sahip. Bizans imparatorluğu, Roma imparatorluğu'nun 395 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasının ardından ortaya çıktı. Aslında Roma imparatoru ı. Konstantin'in 324 yılında imparatorluk başkentini istanbul'a taşımasıyla Bizans imparatorluğu'nun ilk temelleri de atılmıştı. Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında istanbul'u fethetmesiyle Bizans imparatorluğu yıkıldı.

Doğu-Batı sentezi

Bizans sanatında Doğu-Batı uygarlıklarının bir bileşimini görmek mümkün. Bizans sanatı daha çok Eski Yunan ve Roma sanatına dayansa da Mısır, iran ve Suriye gibi doğu ülkelerinin kültürlerinden de büyük ölçüde etkilenilmişti. Başkent istanbul, inşa edilen kiliseler, saray, sur ve dikilitaşlarla imparatorluğun en önemli sanat ve kültür merkeziydi. Serginin küratörü Falko Daim de istanbul'u "Ortaçağ'ın New York'u" olarak adlandırdı. Öte yandan, Bizans imparatorluğu, minyatür çalışmaları, fildişi işçiliği, duvar resimleri ve mozaikleriyle de dikkat çekiyor. imparatorluk, 1204 yılında Haçlıların istanbul'u ele geçirip yağmalamasına dek bu kültür ve sanat merkezi özelliğini korudu.

Tiyatrolar Nesin'e !


Zonguldak’ta biraraya gelen çeşitli örgütler “Tiyatrolar Nesin'e” başlığıyla yaptıkları etkinliklerle Nesin Vakfı’na destek olacaklar.

Zonguldak’ta önümüzdeki hafta boyunca gerçekleştirelecek tiyatro gösterimlerinin gelirleri geçtiğimiz aylarda Marmara Bölgesi’nde yaşanan selde büyük zarar gören Nesin Vakfı’na bağışlanacak.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Zonguldak Temsilciliği, Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı, Eğitim Sen, Çağdaş Hasat ve Demokrasi Platformu ortak bir açıklama yaparak, önümüzdeki hafta içerisinde Zonguldak’ta gerçekleşecek çeşitli tiyatroların Nesin Vakfı için sahneye çıkacağını duyurdu. Yapılan açıklamada, sel felaketinde zarar gören yerlerden birisinin de Aziz Nesin Vakfı olduğu hatırlatılırken şu sözlere yer verildi: “Yıllardır kimsesiz ve yardıma muhtaç çocuklara kapılarını, olanakları dahilinde sonuna kadar açan Nesin Vakfı sel felaketinden kalma yaralarını hala tam olarak saramamış, vakıf bünyesinde bulunan bir çok çocuk bu süre zarfında vakıf dışında yerlere yerleştirilmiştir. Zonguldak'taki sol, sosyalist, emek ve demokrasi güçleri olarak Aziz Nesin'in bizlere bırakmış olduğu bu mirasa sahip çıkmayı zorunluluk olarak görüyor ve bu eksende Nesin Vakfı'na mütevazi bir destek sunmak için yaklaşık 2 ay önce başlatılan çalışmalar sonucu gerçekleşecek tiyatro ve panel etkinliklerinin 1 Mart 2010 tarihinde başlayacağını duyuruyoruz.”

Vakıf Aziz Nesin’in mirası
Açıklamada Nesin Vakfı’nın Aziz Nesin'in bu ülke topraklarına bıraktığı mirasın yalnızca bir parçası olduğu ifade edilirken, “Aziz Nesin yaşamı boyunca ilericiliği, bağımsızlıkçılığı, yurtseverliği, emekçi halka karşı sorumluluğu aydın onurunun bir parçası olarak gören ve yaşadığı topraklara derin izler bırakan bir sanatçıdır” denildi. Tiyatro gösterimlerini düzenleyen örgütler, Aziz Nesin’in Türkiyede gericiliğin ve liberalizmin en çok baskı ve kusatma içine andığı bir aydın kuşağının parçası olduğu ve bu baskıların ve kuşatmaların bulunduğu topraklara karşı daha fazla sorumluluk duymasına ve daha fazla üretmesine yol açmış bir aydınımız olduğunu kaydetti. Açıklamada Aziz Nesin’in bu çemberin dışına ınatçılığıyla ve yaşadığı topraklara daha fazla kök salarak çıktığını, Türkiye'de aydın kimliğine bu eksenden tersine dönülemeyecek katkı sunduğu ifade edildi.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Zonguldak Temsilciliği, Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı, Eğitim Sen, Çağdaş Hasat ve Demokrasi Platformu ortak açıklamasını, “Aziz Nesin'in bıraktığı ‘bütün bir mirasa’ sahip çıkmak bu gün bizlere bıraktığı vakfı korumakla birlikte, başta TEKEL işçileri olmak üzere hakları gaspedilen ve bu gaspa karşı çıkan bütün emekçilerin mücadelelerine sahip çıkmak ve bunu ülke çıkarı olarak görmektir, bu mirasa sahip çıkmak gericikle karanlığa götürülen bir ülkede aydınlanmacılığın umudu olmaktır diyoruz ve tüm Zonguldak halkını ‘tiyatrolar Nesin'e’ adlı tiyatro ve panel etkinliklerine davet ediyoruz” sözleriyle bitirdi.

Etkinlik Programı
1 Mart Pazartesi (Tiyatro)
Artiz Mektebi Yaz: Müjdat GEZEN-Kandemir KONDUK Yön: Acar ÇAKMAKÇILAR
Yer: BKM Saat: 20.00

2 Mart Salı (Tiyatro)

Gecenin Kulları Yaz: Dinçer SÜMER Yön: Harun KARTOĞLU
Yer: BKM Saat: 20.00

3 Mart Çarşamba (Tiyatro)

Dullar Yaz: Fritzger KUSZ Yön: Fedai Madan
Yer: BKM Saat: 20.00

6 Mart Cumartesi (Panel)
Aziz Nesin Vakfı Başkanı Süleyman Cihangiroğlu
Şair-Yazar Osman Günay
Şair-Yazar Müslüm Kabadayı
Yer: TMMOB Maden Mühendisleri Odası Saat: 15.00

1 Mart 2010 Pazartesi

hergün bir şair (A. Kadir)


A. Kadir ya da tam adıyla İbrahim Abdülkadir Meriçboyu (d. 1917, İstanbul - ö. 1 Mart 1985, İstanbul), 1940 kuşağı toplumcu şairleri arasında yer alan Türk şair. Çeviri çalışmalarıyla dünya şiirinin tanınmasına katkıda bulunmuştur.
Ortaöğrenimini Eyüp Ortaokulu (1933) ve Kuleli Askeri Lisesi'nde (1936) tamamladı. Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken (1938) Nâzım Hikmet'le beraber tutuklandı; on ay hapse mahkum oldu. Hapisten çıkınca askerlik görevini er olarak tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdi (1941). 1943'te yayımladığı Tebliğ adlı şiir kitabı yasaklanarak toplatıldı. İstanbul'da bulunması sakıncalı görülen kişilerle birlikte sıkı yönetimce sürgüne gönderildi. Sürgünlük dönemini Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir ve Adana'da geçirdi. 1947'de İstanbul'a döndü ve bir bisküvi fabrikasında çalışmaya başladı. Buradan ayrılınca çeşitli yayın evlerinde düzeltmenlik, çevirmenlik gibi işler yaptı. 1965'ten sonra kitaplarını kendisi yayımlayarak yazarlık yaşamını sürdürdü.
Ankara Cezaevi'nde Nâzım Hikmet'le birlikte yatan A. Kadir önceleri büyük ölçüde bu şairin etkisinde kaldı. Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayımlanan şiirlerinde bu etki açıkça görülür. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı Tebliğ'de savaşa açıkça karşı çıkarken, yoksul insanları gerçekçi bir bakışla yansıttı. Sürgünden dönüşünde şiirlerini zaman zaman dergilerde yayımladı. Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna'nın şiirlerini serbest nazma dökerek Mevlâna adıyla bir kitapta topladı (1955).
Çok beğenilen bu kitap üst üste birkaç kez basıldı. 1958'de Azra Erhat ile birlikte yaptıkları İlyada çevirisi ise A. Kadir'in başarılı bir çevirmen olarak iyice tanınmasına neden oldu. İkinci kitabı Hoş Geldin Halil İbrahim (1959) dönemin şiirsel eğilimlerinin dışında kalan şairin çizgisini değiştirmediğini gösterdi. Bunu Dört Pencere (1962) ve bütün şiirlerini topladığı Mutlu Olmak Varken (1968) izledi. Çeviri ve eski şiirleri sadeleştirme çalışmalarını sürdüren A. Kadir Bugünün Diliyle Hayyam (1964), Bugünün Diliyle Tevfik Fikret (1967) adlı kitaplarını yayımladı. 1970'te yine Azra Erhat'la birlikte yaptıkları Odysseia çevirisi çıktı. Avrupa ve Üçüncü Dünya Ülkeleri şairlerinden tek başına ya da ortaklaşa yaptığı pek çok çeviriyi 3 ciltte Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri adı altında bir araya getirdi (1973 - 1980). Ayrıca Brecht'ten yaptığı şiir çevirileriyle Paul Eluard'dan Asım Bezirci ile birlikte çevirdiği Seçme Şiirler (1961) büyük ilgi gördü. A. Kadir, çevirileri için Habib Edip Törehan (1959), TDK Çeviri (1961), Hasan Âli Ediz Edebiyat Çeviri (1980) ve Yazko Çeviri (1983) ödüllerini aldı. A. Kadir'in 1938 Harb Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966) adlı yapıtı da bir dönemin önemli bir olayını aydınlatması açısından büyük ilgi çekmiş bir kitaptır.

.........................

orda, adamı düşündüren
denizler vardır,
-ışıltılı ve berrak-
şurda gemiler durmuş,
kimbilir,zincirleri ne ağırdır
sarayburnu,
kızkulesi,
haydarpaşa...
bak işte köprü,
böyle ayak altında bütün gün.
işte yollar gıcır gıcır,
işte sultanahmet meydanı şu gördüğün.
nihayet, ilerde deniz,
mis gibi balık kokar.
daha sonra adalar
ve hep çam ağaçları.
oranın mehtabı tatlı olurmuş.
öyle derler,
rüyadaymış gibi yaşar insan.

galiba böyle görülür istanbul,
bir kartpostal önünde iştahla durup
iştahla bakarsan.

A. KADİR

PİYANİST Tuluyhan Uğurlu, yarın Diyarbakır'da


PİYANİST Tuluyhan Uğurlu, yarın Diyarbakır'da konser verecek. Klasik müziği Anadolu ezgileriyle buluşturmasıyla tanınan piyanist, Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi'nde, GAP Kültür Birliği'nin katkısı ve Diyarbakır Valiliği'nin organizasyonuyla konser verecek. Uğurlu ayrıca, Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi ile konservatuvar okuyan öğrencilerle sohbet ederek onlara bir dinleti sunacak.

İzmir'de kukla istilası


İZMİR Uluslararası Kukla Festivali dördüncü kez 'perde' diyor. Bu yıl, 11-12 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek festivale, 11 ülkeden 20 kukla tiyatrosu katılacak. Almanya, Avusturya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya, Macaristan, Tayvan ve Türkiye'den gruplar, 25 salonda toplam 94 gösteri gerçekleştirecek. Ayrıca festival kapsamında, iki gün sürecek bir açık hava kukla şenliği, dört sergi ve iki atölye çalışması da düzenlenecek.

'Para babalarının' izinde


'Parayı icat eden' uygarlık olarak tarihe geçen Lidyalılar, zenginlikleriyle göz kamaştırıyordu. İstanbul'da açılan 'Lidyalılar ve Dünyaları' sergisi, bu ihtişamlı Anadolu medeniyetinin izini sürüyor
Günümüzü anlayabilmek, tarihi bilmekten geçiyor. Lidyalılarla ilgili, pek çoğumuzun tarih derslerinden aklında kalan yegane bilgi, parayı bulan uygarlık oldukları. Oysa, Lidyalılar birçok ilke imza atarak tarih yazdı.

Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'nde 15 Mayıs'a kadar açık kalacak olan 'Lidyalılar ve Dünyaları' sergisi, bu gerçeği gözler önüne seriyor. Sardes Kazı Başkanı Prof. Dr. Nicholas Cahill, 50 yılı aşkın bir süre kazı başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Crawford H. Greenewalt ve uzmanların uzun soluklu çalışmaları sonucu hazırlanan sergi, müzenin gerçekleştirdiği Anadolu uygarlıkları dizisinin on birincisi.

'Lidyalılar ve Dünyaları' sergisinin koordinatörü, arkeolog Şennur Şentürk'e göre, "Lidya uygarlığının önemi, Anadolu'nun ortasında, Doğu ve Batı uygarlıkları arasında bir köprü görevi görmesinden kaynaklanıyor. Bu, onların çok zengin bir uygarlık olmalarına da yol açtı. 'Karun kadar zengin' deyişi Lidyalılardan geliyor. Altını ilk keşfeden Lidya Kralı Kroisus idi. Daha sonra ismi değişerek Karun oldu. Yani zenginlik ifadesindeki o Karun, Lidya Kralı Kroisus" diye anlatıyor.

Başta Manisa Müzesi olmak üzere, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İzmir Arkeoloji Müzesi, Efes, Ödemiş, Milet ve Gordion Müzeleri ile Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi'nden gelen 245 adet parça, ziyaretçileri, Lidya Krallığı'nın ihtişamlı günlerine götürüyor.

İLKLERİN UYGARLIĞI
Dokunacak hale getirilmiş koyun yünü, takılar ve elbette altın sikkeler, şimdilerde hayatımızın vazgeçilmezleri arasında bulunan pek çok eşyanın, ilk kez Lidyalılar tarafından kullanıldığını gösteriyor. Nitekim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü'nde görevli Yrd. Doç. Dr. Sedef Çokay da, "Lidyalıların kendine has bir tarzları var. Dokumacılık konusunda öne geçiyorlar ve tarihteki pek çok ilki gerçekleştiriyorlar. Koyun yününün dayanıklılığını artırıyorlar. Şarapçılık da ileri durumda ve Lidyalıların en önemli özelliklerinden" diyor.

Sonunu Persler getirdi
BİR Batı Anadolu krallığı olan Lidya'nın başkenti Sardes, yani bugünkü Salihli idi. Sardes'te ilk yerleşimler M.Ö. 5000'den itibaren başladı. Arkeolojik kazılarda Neolitik, Tunç Çağı ve Demirçağ'ın izlerine rastlanmakla birlikte Lidyalılar, M.Ö. 680-547 yılları arasında en parlak dönemlerini yaşadı. Persler, M.Ö. 546 civarında Sardes'i ele geçirip Lidya Krallığı'na son verdi.

Sarımsağı keşfettiler
LİDYALILARIN 'ilkleri' saymakla bitmiyor. Arkeolog Şennur Şentürk, Lidyalıların yeme içme meselesinde de hayli ileri gitmiş olduklarına işaret ediyor: "Kuzu yahnisi yediklerini, bakliyat tükettiklerini biliyoruz. Bunları ilk kez onlar yememiş olabilir, ama tarihte bilinen ilk onlar. Bir de sarımsağı unutmamak gerek! Yapılan kazılarda sarımsak da çıktı. Anadolu'da çok kullanılan sarımsağın kaynağı Lidyalılar. Yani Lidya, her şeyiyle tam bir Anadolu uygarlığıydı."

Fransa’nın Oscar’ları ‘Yeraltı Peygamberi’ne


Fransa Sinema Akademisi’nin dağıttığı César Ödülleri’nin yıldız filmi tam 9 dalda ödül alan “Yeraltı Peygamberi” oldu. ‘En İyi KadınOyuncu’ seçilen Isabelle Adjani ise 5. César’ını gözyaşlarıyla aldı

Ödülleri topladı
Fransa Sinema Akademisi (Académie des Arts et Techniques du Cinéma) tarafından dağıtılan César Ödülleri, cumartesi gecesi Paris’te Théâtre du Châtelet’de düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. 35. kez düzenlenen ödüllerin yıldız filmi, tam dokuz dalda ödül alan “Yeraltı Peygamberi/Un Prophéte” oldu. ‘En İyi Fransız Filmi’ seçilen ‘Yeraltı Peygamberi’, yönetmeni Jacques Audiard’a da ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü kazandırdı. Filmin ilk kez başrol oynayan 28 yaşındaki oyuncusu Tahar Rahim, hem ‘En İyi Erkek Oyuncu’ hem de ‘Ümit Vaat Eden Oyuncu’ dallarında ödül kazandı. “Yeraltı Peygamberi”, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kurgu’, ‘En İyi Yapım Tasarımı’, ‘En İyi Orijinal Senaryo’ ve ‘En İyi Görüntü Yönetimi’ dallarında da César’a layık görüldü.

Isabelle’in gözyaşları
Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde yarışan “Yeraltı Peygamberi”, festivalden ‘Jüri Büyük Ödülü’yle döndü. Film, 7 Mart’ta sahiplerini bulacak Akademi Ödülleri’nde ‘En İyi Yardımcı Film’ dalında Oscar şansını deneyecek. Türkiye’de geçtiğimiz ay !f İstanbul’da izleyiciyle buluşan film, genç yaşta hapse düşen Arap kökenli Malik El Djebena’nın, suç dünyasında yükselmesini konu alıyor. “Siz, biz gibi iyi ama öldüren insanlar hakkında” bir film çektiğini söyleyen yönetmen Audiard, “Siyah ve beyaz gibi kesin çizgilerle ayrılan ahlak kurallarından uzak durdum” diyor. César Ödülleri’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü, Jean-Paul Lilienfeld’nin filmi ‘Skirt Day’deki rolüyle tecrübeli aktris Isabelle Adjani’nin oldu. Adjani, beşinci César’ını Gerard Depardieu’nün elinden gözyaşlarıyla aldı.

28 Şubat 2010 Pazar

hergün bir şair (Murathan Mungan)


21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Mardinli bir ailenin çocuğudur. Babası avukat İsmail Mungan, annesi Habibe Mungan'dır. İlk, orta ve lise yılları Mardin'de geçti; Mardin Lisesi'nden mezun oldu. Mardin eserlerinde sıkça kullandığı mekanlardan birisi oldu. Bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı.
Yazar, 1972'de Ankara'ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı, Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.
Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.
İlk kitabı, Mezopotamya Üçlemesi adlı oyun üçlemesinin ilki olan Mahmut ile Yezida idi (1980). Bu oyun, Türkiye İş Bankası'nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü aldı. Sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli'nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı Bir Garip Orhan Veli oldu. 1981'de ilk defa sahnelenen bu oyun, 1993'te kitap olarak basıldı.
Sahtiyan adlı şiiri ile de "Gösteri" dergisinin 1981 Şiir Yarışması'nda birincilik ödülü alan Mungan, özellikle Metal(1994) adlı kitabındaki şiirleriyle 1980 kuşağının en çok okunan, tanınan şairleri arasında ilk sıralarda yer aldı.
Mezopotamya Üçlemesi'nin ikinci kitabı olan Taziye adlı oyunun 1984'te sahnelemesi nedeniyle Ankara Sanat Kurumu'nca Mehmet Baydın ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi.
1987’de günlük gazete olarak yayımlanan Söz gazetesinde,“Kültür-Sanat Sayfası” editörlüğü yaptı. Aynı yıl, Hedda Golder Dile Bir Kadın öyküsü ile, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü Nedim Gürsel ile birlikte aldı.
40. yaşı nedeniyle 1995yılında Murathan’95 adlı kitapta çeşitli ürünlerinden bir derlemeyi yayımladı. 2005 yılındaki 50. yaşı nedeniyle de 50 Parça adlı kitapta üzerinde çalıştığı kitaplardan hikaye,şiir, deneme, oyun gibi farklı edebi türden parçaları bir araya getirdi. Sadece 2005 yılı için yapılıp baskısı yenilenmeyecek bir kitap oluşturdu.
Yazıları, şiirleri ve kimi kitapları bugüne değin İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İsveççe, Norveççe, Yunanca, Fince, Boşnakça, Bulgarca, Farsça, Kürtçe ve Hollandacaya çevrilerek çeşitli dergi, gazete ve antolojilerde yayımlandı.
Mungan, 1985'ten beri yaşadığı İstanbul’da 1988’ten beri serbest yazar olarak çalışıyor.

--------------------------
bir uzak sabah denizidir gittigin kapi
ellerinde rüzgarin tasinmaz çamurlari var
köpürmüs soylarimi toplarken çürüyen yanlarimdan
inan batmis sehirler gibi onarilmaz anilar
gözlerinde unuttugum o eski aciz miras
almaya gelsem solugumda dalgin yosun kokusu
biliyorum artik hiçbir gemi beni tasimaz
ve yeniden büyür içimde magrur bir zakkum gibi terkedilmek korkusu

hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü
kollari bagli hüzün olsun dört yanim
iragina vurma beni kirvem, aglarim, delirirsin
sonra derler haklidir sevdasi
geç olur ki artik onarmaz rakilar
geç olur bir yaraya rakinin dagilmasi

sen sehre sirtini dönen uykusuz dagli
gemiler nerde (ki çogu hüviyetidir melankolinin)
nerde aykiri mavzerler (onlara sigdiramazsin ki öfkelerini)
barut esmeri tenine sevdalarimi sürdügüm
nasil tasidin bunca yil delirmis saçlarinda o eski sark yelini
biliyorum dokunsam parmaklarim kirilir
dokunmasam eskiya uykusuzlugu çetin silahlar gibi

Murathan MUNGAN

bağlantılar.

Sabahın altısında dikme direk oturan bendenizden başka düşünenler var mıdır acaba Şili’nin 8.8 şiddetinde sallanmasıyla Türkiye medyasının Tayyip Erdoğan şiddetinde sallanması arasındaki bağlantıyı?

Yahut önceki günlerde gözaltına alınan Tarkan Tevetoğlu’nun dün gece 8 saat boyunca sorgulanması sırasında ikram edilen pizza, muz ve portakalla beslenmesi ve sonrasında amirin bilgisayarında oyun oynayarak rahatlamasını kim aklına getirip arada bir çelişki arayacak önümüzdeki saatlerde olması muhtemel bir Tekel müdahalesinden sonra gözaltına alınan işçileri gördüğünde?

Işık hızıyla değişen gündemlerin çöplüğünde hala daha sonuçlanamamış yüzlerce gazete manşetinin bulunması kimin kafasını hiç durmadan kurcaladı, kurcalayacak?

Yaşamak için ihtiyar, ölmek için çocuk insanlar var sabahın altısında sokaklarda. Her birin de ayrı bir telaş, ayrı bir hikaye.. elbet birilerinin kulağını değmiştir “Balyoz” operasyonu ve elbet birileri Tarkan Tevetoğlu’ndan da haberdardır. Ve fakat ya hiç durmadan yapılan zamlar? Ya Haiti cehennemi? Ya Şili? Ya maaşlara yapılamayan zamlar ve açlık? Magazinsel öğelerle sunulan darbe haberlerinin ve bir magazin ışığı Tevetoğlu’nun gözaltında bulunmasının insanlar için önemi ne de yüksekmiş meğer. Karsını çoluğunu, çocuğunu unutabiliyormuş insan.

Şimdi sabahın altısında patolojik bir vakanın yansıması suretimle yaşıtlarımdan farklı Şili’deki depremin mi bilançosu daha ağır olacak yoksa sözleriyle medyayı sallayan Erdoğan’ın mı düşünüyorum. İçinden çıkılmazlarla sunuluyor bütün haberler. Ve sözde aydınların bile anlam getiremediği olaylara milyonluk “sıradan” insanlar ne yorumlar getirecekler bilemiyorum.

Bu arada Erdoğan ne mi dedi?

‘Bu ülkeyi germeye kimsenin hakkı yok’ ve daha nice vecizeler(!)

Ülkeden kasıt neydi peki? Hükümet mi? Erdoğan mı?

Haklı! Bu ülkede kimsenin hükümeti ve Erdoğan’ı germeye hakkı yok. Ya yayın müdürlüğünden olursunuz, ya köşenizden, işinizden.. Şimdiden geçmiş olsun Bekir Coşkun..


uur

Kitap Kurtları, Bursa 8. Kitap Fuarı'nda Buluştu


Bursa 8. Kitap Fuarı, Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi'nde Kapılarını Kitapseverlere Açtı.

Tüyap Bursa Fuarcılık Anonim Şirketi tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile düzenlenen Bursa 8. Kitap Fuarı, 27 Şubat -7 Mart 2010 tarihleri arasında kitapseverlere açık olacak. İki salonda 216 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen Bursa 8. Kitap Fuarı'nda aynı zamanda söyleşi, panel, şiir dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi 81 kültür etkinliği gerçekleştirilecek. Açılışa

başta kent merkezi olmak üzere komşu illerden de çok sayıda ziyaretçi kabul eden kitap fuarı, her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor.

Açılışta konuşan Tüyap Bursa Fuarcılık AŞ Genel Müdürü İlhan Ersözlü, Bursa Kitap Fuarı'nın 8 yılda çok önemli bir gelişim kaydettiğini belirterek, "Fuarımız ilk günden bu yana her gün büyüyerek devam etti. Gururla söylüyorum, geçtiğimiz seneye göre yüzde 15 büyüme kaydetti fuarımız. Bursa Kitap Fuarı kurulduğu günden bu yana 8 yılda 1 milyon 300 bin kitapsever tarafından ziyaret edildi. Bu yıl ise 200 bin ziyaretçiyi hedefliyoruz." dedi.

Türkiye Yayıncılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Kocatürk de 2000'li yıllardan sonra yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye'de kitap yayıncılığında önemli mesafe katedildiğini belirterek, kişi başına yaklaşık 7 kitap düştüğünü söyledi.

OKUR VE YAZAR BULUŞMALARI

Fuar kapsamında İnci Aral, Sunay Akın, Üstün Dökmen, Adnan Binyazar, Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Erdal Atabek, Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Özcan Karabulut, Cemil Kavukçu, Canan Tan, Mine Soysal, Ercan Karakaş ve Şükran Soner gibi pek çok yazar, şair ve bilim insanı katılarak, 9 gün süresince imza günlerinde okurlarıyla buluşma fırsatı bulacak.

Kitap Fuarı kapsamında 7 Mart 2010 Pazar günü TÜYAP ve Nilüfer Belediyesi Kent Konseyi Kadın Meclisi ortak etkinliklerle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlayacak. Gün boyu panel, belgesel film gösterimi ve söyleşiyle devam edecek etkinlikler Sevgi Korosu'nun seslendireceği bir dinletiyle sona erecek.

FUAR'IN SERGİLERİ

Kitap fuarı bu sene birbirinden önemli sergilere de ev sahipliği yapacak. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Ticaret ve Sanayi Odası tarafından gerçekleştirilen 'Bursa'yla Gurur Duyuyorum Projesi' kapsamında düzenlenen 'Bursa'dan Tarihe Yön Veren Olaylar Sergisi' fuar süresince ziyarete açık olacak. Bursalılara geçmişte sahip oldukları kurucu, girişimci ve öncü ruhunu tekrardan anımsatan sergide Bursa'dan Türkiye ve Dünya tarihine mal olmuş 36 sergi görseli bulunuyor.

Fuarda düzenlenen diğer sergi ise 2009 yılında Mehmet Dağ'ın renkli ve Engin Yavaş'ın siyah/beyaz çektikleri karelerinden oluşan 'Dalmak Özgürlüktür' fotoğraf sergisi. Uludağ Üniversitesi'nde ve Bursa'da bulunan engellilere yüzme ve donanımlı dalış eğitimi vermek, onların bu projeyle sosyal yaşamda ve sportif faaliyetlerde daha etkin olmalarını sağlamak amacıyla oluşturuldu. Proje, 1992 yılında kurulan Uludağ Üniversitesi Sualtı Topluluğu'nun yürüttüğü bir çalışma.

'Anadolu'da Yolculuk' fotoğraf sergisi ise Yolculuk dergisinin yaklaşık 6 yıldır adım adım kat ettiği köyleri, şehirleri, dağları, yaylaları ve buralarda sürüp giden birbirinden farklı, birbirinden renkli yaşamları, asırlardır devam eden gelenekleri, kaybolmaya yüz tutmuş zanaatları konu ediniyor. Fotoğraflar, izleyicileri Anadolu'nun zengin topraklarında bir yolculuğa çıkarıyor.

Bursa 8. Kitap Fuarı'nda yer alacak bir diğer sergi de 'Nilüfer'in Kadınları' fotoğraf sergisi.

Nilüfer Kent Konseyi Çalışma Grubu bünyesinde kurulan Vizör Grup tarafından çekilen kareler Nilüfer'de yaşayan kadınları konu ediniyor.

ÜÇ FUAR BİR ARADA

Bursa 8. Kitap Fuarı, 3 -7 Mart 2010 tarihleri arasında Tüyap Bursa Fuarcılık AŞ tarafından Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Uludağ Üniversitesi desteği ile Bursa Eğitim Fuarı, Bursa 6. Yurtiçi - Yurtdışı Eğitim Fuarı ve Bursa Sağlık Hizmetleri Fuarı ile birlikte gerçekleştirilecek.

Girişin ücretsiz olduğu Bursa 8. Kitap Fuarı, 27 Şubat - 6 Mart 11.00 - 20.00, kapanış günü olan 7 Mart 2010 tarihinde ise 11.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.

İş Bankası Koleksiyonu, Türk Resim Sanatının Tarihini Yansıtıyor


Türkiye İş Bankası, 800'e yakın sanatçının, 2000'den fazla eserinin yer aldığı koleksiyonu ile Türkiye'nin en önemli sanat eserleri koleksiyonlarından birine sahip.

Türk resim sanatının kronolojik akışı içerisinde ortaya çıkan dönemleri ve bu dönemlerin ustalarının yapıtlarını içeren bu zengin koleksiyon, resim tarihimizin özetini sunuyor. Koleksiyonda 19. yüzyılın ikinci yarısından günümüze dek uzanan geniş bir döneme ait 2000'den fazla eser yer alıyor.

Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Şeref Akdik, Vecih Bereketoğlu, Şeref Bigalı, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nüzhet İslimyeli, Hikmet Onat, İbrahim Safi gibi Türk sanat tarihinin önemli isimlerinin eserlerinin yer aldığı İş Bankası sanat eserleri koleksiyonu, Türk resim sanatının gelişim çizgisini ve geçirdiği sanatsal evrelerini tanımak anlamında benzersiz niteliğe sahip.

Koleksiyonda aynı zamanda İnas Sanayi-i Nefise'nin ilk mezunları olan kadın sanatçılar da yer alıyor. Nonfigüratif resimlerin ustalarının birleştiği Yeniler Grubu, 1950 yıllarında kurulan, Orhan Peker, Leyla Gamsız Sarptürk, Mehmet Pesen, Fikret Otyam, Osman Zeki Oral ve Turan Erol'dan oluşan ve On'lar Grubu çerçevesinde toplanan sanatçılar da bu özel koleksiyonda bir arada bulunuyor. Cevdet Bilgişin, Kenan Tezcan, Naci Kalmukoğlu, Pertev Boyar, Cevat Erkul, Adil Doğançay, Celal Uzel, Selehattin Teoman, Mustafa Turgut Tokat, Ayetullah Sümer gibi eski ustalar bu eşsiz koleksiyonda yer alıyor.

Hamit Görele, Adnan Varınca, Şefik Bursalı, Ziya Keseroğlu, Nejat Melih Devrim, Hakkı Anlı, Eren Eyüboğlu, Arif Kaptan, İlhami Demirci, İbrahim Balaban, Neşet Günal, Adnan Çoker, Saim Özeren, Seyfi Toray, Saip Tuna, Sami Lim, Nurettin Ergüven, Ferit Apa, Nusret Karaca, Hulusi Mercan, İsmail Altınok, Kristin Salari, Naile Akıncı, Kayıhan Keskinok, Şeref Bigalı, Nihat Akyunak, Cemal Güvenç, Adnan Turani, Tülin Onat, Halil Akdeniz, Gökhan Anlağan, Bedri Baykam koleksiyona değer katan diğer önemli sanatçılardan. Ayrıca özgün naif yorumları ile Turgut Zaim, İ. Cemal Karaburçak, Fahir Aksoy, Nadide Akdeniz ve Yalçın Gökçebağ da koleksiyonda yer alıyor.

Türkiye İş Bankası resim koleksiyonunun ilk adımları, Türkiye'de koleksiyon yapma bilincinin oluşmadığı bir dönemde, ekonomik kalkınmanın gerçekleşmeye başladığı 1940'lı yılların başında atıldı. 1939 yılında Atatürk'ün isteği üzerine düzenlenen Devlet Resim ve Heykel Sergileri, özgün Türk sanatının temellerinin atıldığı ilk etkinliklerdi. Aynı bilinçle hareket eden Türkiye İş Bankası, 1940 yılında açılan 2. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nden resim satın alarak sanat eserleri koleksiyonu oluşturmaya başladı. Genel Müdür Yardımcısı Saim Aybar'ın desteğiyle gerçekleşen bu girişimle, Hikmet Onat'ın "Ortaköy Manzarası", Şevket Dağ'ın "Rüstem Paşa Camii İçi" ve Vecihi Bereketoğlu'nun "Kayık ve Evleri" adlı eserleri koleksiyonun ilk resimleri oldu. Bu şekilde başlayan girişim, döneminin çok ötesinde bir yaklaşım göstererek ülkemizdeki koleksiyonculuğun da temellerini attı.

İzleyen dönemlerde, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, D Grubu gibi oluşumlar ile Halkevleri ve Yurt Sergileri gibi dönemin önemli sanat olaylarını takip eden Banka yetkilileri sanat eserleri koleksiyonunun zenginleştirilmesini sağladı.

Türk Gölge Oyununu Japon Sanatçılar Sahneledi

Türkiye ve Japonya ilişkilerini güçlendirmek amacıyla düzenlenen "2010 Türkiye'de Japon Yılı" etkinlikleri kapsamında Bursa'da Japon oyuncuların sergilediği gölge oyunu sahnelendi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğinde düzenlenen gece öncesi düzenlenen kokteyle Japonya İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi'nin yanı sıra çok sayıda Türk ve Japon vatandaş katıldı. Tayyare Kültür Merkezi büyük salonda düzenlenen Japon Gölge oyunu, 'Prenses Kaguya'nın Hikâyesi' izleyenlere keyifli anlar yaşattı.

2010 Türkiye'de Japon Yılı Şubat ayının son etkinliği olarak Kageboushi Tiyatro Topluluğu tarafından Bursa Tayyere Kültür Merkezi'nde geleneksel gölge oyunu sahnelendi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Recep Demirhan, bu tür etkinliklerle iki ülke arasında köprü kurulabileceğini belirtti.

Japonya İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi da, Türkiye ve Japonya arasında sıkı ilişkiler kurmak istediklerini belirterek, bu anlamda iki ülke hükümetinin de desteği ile bunu gerçekleştireceklerini ifade etti.

Hayashi, Türk gölge oyunu başyapıtı olan Karagöz-Hacivat'ın Bursa merkezli olmasından dolayı sahnelenen Japon gölge oyununun da ayrı bir anlam taşıdığını sözlerine ekledi.

Konuşmaların ardından Başkonsolos Hayashi'ye üzerinde İznik çinisi bulunan plaket ve Bursa'yı tanıtan bir kitap hediye edildi.

Plaket törenin ardından Japonya'nın en eski edebi eserlerinden 'Taketori Monogatari'den alınan ve Kage-e'yi tekniği ile sahnelenen "Prenses Kaguya'nın Hikâyesi" adlı gölge oyun izleyiciden tam not aldı. Görsel şovlarıyla izeyenleri büyüleyen oyun, kostüm ve ışık gösterisi ile de ilgi topladı.