24 Şubat 2010 Çarşamba

Alkazar Sineması kapanıyor


Uzun yıllar boyunca piyasa filmlerinden kaçınarak sanat filmlerine perdelerini açan sinema 'maddi ve manevi' olarak daha fazla direnemeyeceğini açıkladı.

İstanbul Beyoğlu’ndaki Alkazar Sineması uzun süredir yaşadığı zorluklar nedeniyle kapanacağını açıkladı. Sanat sineması olarak faaliyet gösteren küçük ve iddiasız Alkazar Sineması 28 Şubat 1994 yılında bütünüyle yenilenerek açılmış ve “Germinal” filminin gösterimiyle izleyicisiyle buluşmuştu. Sinema yönetimi artık sadece sınırlı sayıdaki izleyicisinin bilet satış geliri ile yetinemediğini açıklayarak maddi ve manevi olarak direnecek gücü kalmadığı için kapanacağını bildirdi.

Bir veda mektubu yazan yönetim, “Büyük alışveriş merkezlerindeki son derece yüksek yatırımlarla yapılan, teknolojik olanaklarla donatılmış olan ve popüler, ticari filmleri izleyiciye sunan 8-10 perdeli sinema salonlarına karşı ya da yanı başında adeta kahraman bakkallar gibi küçük, iddiasız sanat sineması olmayı sürdürecek gücümüz ne yazık ki kalmadı” dedi.

Sinema salonunu kapanması nedeniyle Alkazar müdavimlerinden ve dostlarından özür dileyen yönetim, “sinemaları birer sanat mekanı değil de, eğlence mekanı olarak görüp olağan vergisel yükümlülüklerinin yanı sıra ayrıca bir de eğlence vergisi adıyla ek yükümlülük getiren, sinema salonlarını Amerikan film endüstrisinin popüler, ticari filmlerine mahkum eden merkezi yönetim, Kültür Bakanlığı, Belediye yönetimleri adına” da müdavimlerinden özür diledi.

“Tek dileğimiz, başka beyaz perdelerin kararmamasıdır” ifadesiyle sonlanan mektupta sinemanın 1 Mart 2010 tarihi itibariyle kapanacağı belirtildi.

Müziğin aynasında Anadolu!


Yedi yıllık bir emeğin sonucunda ortaya çıkan Anadolu'nun Kayıp Şarkıları, bu toprakların sesinin belgeseli. 40 bin kilometre yol kat edilerek, canlı kaydedilen şarkılar Anadolu'nun hikâyesini anlatıyor
Yaklaşık 10 bin yıldır onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu, müzikal zenginlik anlamında da dünya üzerindeki en bereketli topraklardan biri. Şimdi o zenginliği, halk türkülerini, ses ve görüntü olarak kayıt altına alan bir müzikal belgesel çekildi. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Nezih Ünen'in yaptığı Anadolu'nun Kayıp Şarkıları, yurt dışında benzerlerine çokça rastlansa da, müzikal belgesel türünün Türkiye'deki en ciddi örneklerinden biri. Geçen yıl Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde ilk gösterimi yapılan ve daha sonra Antalya Altın Portakal, Selanik ve Montpellier film festivallerinde gösterilen belgeselin temelini oluşturan şarkılar, Kalan Müzik'ten, aynı adla, CD olarak yayınlandı. Albüm, Çukurova'dan Güneydoğu'ya, İç Anadolu'dan Karadeniz yaylalarına kadar yol kat ederek harcanmış bir emeğin ürünü aslında. Bingöl kartal oyunu, Kırşehir bozlağı, Hemşin türküleri bir arada. Davul, zurna, kemençe, bağlama, duduk ve bendir, destan söyleyen ninelerin, ağıt yakan dengbejlerin ve her bölgenin kendine has insanlarının seslerine karışıyor. Birbirlerini neredeyse hiç tanımamış farklı etnik unsurların yüzyıllardır yaşadıkları acıları, sevinçleri ve kızgınlıkları müzikal olarak nasıl aktardıklarını, Anadolu topraklarındaki ortak duyguları Türkçe, Ermenice, Süryanice, Farsça, Rumca, Kürtçe türkülerde duymak mümkün.

ÖRNEK PETER GABRIEL
Nezih Ünen, belgesel için yedi yıl uğraşmış. Müzik grubuyla farklı bölgelerde canlı ve provasız kaydedilen sesleri albümde modern bir sound'la harmanlamış ve düzenlemeler yapmış. Neticede ortaya arşivlik bir çalışma çıkmış. Ünen ve topluluğu, fondaki görüntü ve seslere modern enstrümanlarla eşlik ederek Avrupa'nın çeşitli kentlerinde konserler de vermiş. Müzik çalışmalarında Anadolu ezgilerini önemli bir kaynak olarak gördüğünü söyleyen Ünen, bu projeye nasıl başladığını şöyle anlatıyor: "Fikret Kızılok'un Anadoluyum parçası beni hep kışkırtmıştır bu konuda. Ayrıca Peter Gabriel'in yıllar önce yayınladığı Passion albümünde bu topraklardan müzikal unsurlar kullanması da beni etkilemişti. Ama ben Gabriel'den farklı olarak, daha fazla nüfuz ederek bir şeyler yapmak istedim. Gabriel albümde arşiv kayıtları kullanmıştı. Biz ise gerçekten yollara düşüp bu işi yapmak istedik." İlk çektikleri görüntüleri ve sesleri izleyenlerin çok etkilenmesi üzerine, bunu bir film haline getirme fikri oluşmuş Ünen'in kafasında. "Kendi hikâyesini kendi anlatan, sürükleyici bir yolculuk filmi çıktı ortaya" diyor Ünen. 2002'de ve 2005'te birer aylık iki Anadolu turu, daha sonra ise pek çok kısa süreli seyahatler yaptıklarını kaydeden Ünen, 40 bin kilometre yol kat ettiklerini de sözlerine ekliyor. Ünen, filmi ve albümü 140 ayrı performans arasından seçim yaparak ortaya çıkardıklarını ve bölgeler arası dağılımda denge gözetmeye çalıştıklarının altını çiziyor.

Balenin Don Kişotlar'a ihtiyacı var


Don Kişot balesini modern bir yorumla sahneye koyan Devlet Opera ve Balesi Başkoreografı Mehmet Balkan, "Artık balede yerele yönelme vakti" diyor
DÜNYANIN birçok yerinde, 140 yıldır seyirciyle buluşan Don Kişot balesi, dokuz yıl aradan sonra yeniden İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nce sahnelenmeye başlandı. Cervantes'in aynı isimli klasiğinden sahneye uyarlanan eser, Devlet Opera ve Balesi Başkoreografı Mehmet Balkan'ın modern koreografisi ile Lale Balkan ve Deniz O. Yamanus tarafından sahneye konuyor. Mehmet Balkan, Köln, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Tokyo, New York, Londra gibi şehirlerde, Avrupa ve dünyanın önemli sanat kurumlarının büyük prodüksiyonlarında, 1970'lerden itibaren başrollerde yer almış, bol ödüllü bir sanatçı.

"1600'lü yıllardan günümüze kadar gelmiş çok özel bir hikâye Don Kişot" diyen Balkan, eserin klasik çizgisinin kırıldığını, çağdaş dansa yakın bir tarzda hazırlandığını söylüyor.

Bir buçuk aydır, toplam 200 kişinin ortak çalışmasıyla ortaya çıkan Don Kişot balesi, maalesef sorunlarla boğuşuyor. Bir kere, Atatürk Kültür Merkezi'nin kapatılması yüzünden eser, Süreyya Operası'nda orkestrasız olarak sahneleniyor; yer darlığından orkestra çukuru kapatılarak dans alanına eklenmiş. Balkan, özlemle AKM'ye geçecekleri günü beklediklerinin altını çiziyor.

NABZI TUTMAK GEREK
Uzun bir süre yurt dışında görev yapan Balkan, şimdilerde Türkiye'de üretmenin öncelikli hedefi olduğunu söylüyor. Önümüzdeki süreçte İstanbul'un fethi ile ilgili de bir koreografi hazırlamak istediğini belirten Balkan'a göre, "Dünya repertuarlarından ziyade Türkiye'nin kendi müziklerine, kendi hikâyelerine eğilme zamanı".

Balkan, "250-300 yıllık bale ve opera tarihi içinde zaman zaman inişler çıkışlar olmuştur, olacaktır. Koreograflara ve rejisörlere büyük görev düşüyor. Seyircinin nabzını tutacak eserlerle seyircinin karşısına çıkarsak, bu ilgisiz dönemleri atlatırız. Yaklaşık 20 yıl önce operada ciddi bir kriz yaşandı. Carreras, Domingo, Pavarotti çıkıp 'Üç Tenor' adıyla konserler düzenledi, operaya yeniden can verdiler. Tabii ki Mozart, Verdi, Beethoven çalınmalı, ama biz özümüze dönerek kendi içimizden çıkan bestecileri, kendi müziklerimizi, yedi bölgemizin dansını, muhteşem hikâyelerimizi kullanarak bir şeyler yapalım" diyor.

Don Kişot, bugün ve 27 Şubat'ta Süreyya Operası'nda sahneleniyor.

'Harikalar Diyarında' boykot!


ABD'Lİ yönetmen Tim Burton'ın merakla beklenen son filmi Alice Harikalar Diyarında gösterime girmeden tartışmaları başladı. Filmin yapımcı firması Disney'in, filmin DVD'sini 17 hafta yerine 12 haftalık bir aradan sonra piyasaya süreceğini açıklamasının ardından sinema salonları filmi boykot kararı almıştı. Hollanda'nın ardından şimdi de İngiltere, İtalya ve İrlanda sinemaları bu boykota destek vereceklerini açıkladı. 100 sinema salonuyla İngiltere'nin en büyük sinema zinciri olan Odeon boykotun başını çekiyor. Fakat boykot, filmin Odeon Leicester Square'de yapılacak İngiltere galasına sekte vurmayacak. Odeon'dan sonra, İngiltere'nin en büyük iki sinema zincirleri olan Cineworld ve The Vue, Disney'le yaptıkları özel anlaşmanın ardından, filmi göstereceklerini açıklamıştı.

Yine Grizu, yine onlarca can...


Affet beni, tanrım; ne kadar az öldüm!
César Vallejo

Vallejo acaba Dursunbey’de ölen 13 madencinin ağzından mı yazmış bu sözleri diye geçirdim içimden. Öyle ya “Tanrı”ları 17 insanın öldüğünü açıkladılar da sonrasında 13 olduğu anlaşıldı bir daha nefes almayacakların sayısının.

Grizu patlamasında 13 ölü! diye geçiyordu ajanslar haberlerini ve daha 3 ay önce benzer bir şekilde ölen 19 işçiyi hatırlatmadan edemiyorlardı.

Ne kadar da kolay söylüyorlar değil mi? Grizu patlamasında 13 ölü.. İnsanlar dinliyorlar, insanlar anlatıyorlar.. 13 hayattan bahsediyorlar da kolayca, ellerine bir iğne battığında tatlı canlarına titrediği kadar titreyemiyor içleri.. 13 hayattan bahsediyorlar da, ya onların çocukları, aileleri, akrabaları ya arkadaşları?

Çok şey istemiyorum şuan,
Sadece arkanıza yaslanın birkaç dakikalığına ve kendinizi değil en yakınınızdakileri düşünün. Onların yitimini, bir patlamayı ve isimlerinin bile geçmediği sadece “13” olarak adlandırıldıkları ajans saatlerini gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Belki bir nebze de olsa anlarsınız “13” şeklinde bahsedilecek kadar basit olmadığını ortaya çıkan tablonun.. Tam 69 gündür devam eden TEKEL direnişine gösterilen ilginin onda biri gösterildi mi acaba Bursa’daki patlamaya.. TEKEL “direnmeden” bir ay öncesiydi oysa, her şey taze olmalıydı şimdi ve patlamasına izin verilmemeliydi 13 hayatın. Yeniden ve tekrar tekrar aynı sahnelerin oynandığı bir filmi izlemekten sıkılanlar seslerini çıkarsalardı da kumanda niyetine “tanrı” değiştirseydi kanalı? Balıkesir, Bursa olmasaydı.. “13” can hiç olmasaydı..

Tamam beylik laflar etmiyorum, amenna. Ne söylersiniz kabulüm ulan! Ama arkanıza yaslananın bir düşünün be! Bir düşünün yarın sokağa çıkamayacak olacağınızı. Bir düşünün eve gelmenizi bekleyen çocuklarınızın kırılan umutlarını. Kendinizi toprağın altına koyun hele ve 50 metre ötenizde kalaslar altında kalan arkadaşlarınızın çığlıklarını dinleyin! Sonra nefesinizi tutun bir de, bakalım ne kadar dayanabiliyorsunuz. Ne kadarınızın canı, ne kadar acıyor!!

TEKEL’e yüz binler olup can olanlar, madendekiler yeraltında, madendekiler gözükmüyor diye mi onları unuttular? Hani fayda yoktu tek başına? Hani ya hep beraber ya hiçbirimizdi? Onlar işçi değil mi? Onlar can, onlarınki emek değil mi? Şimdi elbet birkaç adım atılacaktır madenlere doğru ama geç değil mi vakit? Tan ağarmasına ömürler yok mu daha? 3 ay önceydi be! Daha 3 ay önce 19.. Üç ayda hangi birini unuttunuz? Hani adımlar? Hani kavga? Hani emek? Şimdi mi? Şimdiyi boşverin, konuşmayın.. Bana 3 ay sonrasını anlatın. 3 ay sonra hangi maden, hangi can?!


uur