20 Haziran 2010 Pazar

Çocuk

pencerenden bakma denize,

inanırsın güzel olduğuna mavilerin.


Özdemir Asaf

***

Çocuksun çünkü sen. Sadece çocuk. Gözlüklerin olmadan, anlayamazsın hayatı. Ya da yaşayamazsın anlamıyla.

***

Bütün bağların, çocukluktan kalma senin. Yaşamaya dair neyin varsa çocukluktan artmış hayatına. Hala 13 – 14 yaşlarında nazlı bir kız çocuğun. Hala hiçbir sorumluluğun, hiçbir kararın ve hiçbir adımın yok geleceğe dair.

***

Sana kızgınım, kırgınım. Çünkü her şeyin, her saniyen sahteydi benim için. Her dokunuşun, istemsiz, sarhoş sevgi sözcüklerin sahte!

***

Şimdi suspus hayaller içinde tenin. Bir tek kelimeni bile esirgiyorsun, edepsizce. Sessizlik sır saklamaz bilmiyorsun. İnsan konuştukça örter üstünü yalnızlıklarının, çocuksun anlamıyorsun.

***

Bir hayal kur. Elimi tut,

Bir cümle söyle,

İçinde yalan olmayan tek bir cümle..

***

Sen çocuksun, sevgiye muhtaç ve bencil. Kendi mutluluğun için destanlaştırabildiğin kelimelerini, yine kendi mutluluğun için aniden öldürebiliyorsun.

***

“Bana izin ver. Zaman ver. Kendimi toplamalıyım..” Peki ya ben?

***

Neyse, ben bencil olmamalıyım. Adına yazılar yazmamalı, seni hatırlamamalıyım. Adının hala içimdeki sızısını bilmemelisin sen. Üzülmemelisin ben sebepli. Sadece kendimi değil, düşünmeliyim seni de. Hem hala değimliyim ben, umarsızca beklemelere köle edilen? Her ne kadar gidiyorum desem de buradayım, üzülme. Geldiğinde, çok arama.. bekleyeceğim sözümde!

Politika

Politika var mı doğada? Soru bu! İnsanlara ait olan bir özellik; yerküre ve kara parçalarını anlaşmalarla sınırlayıp 5 kıtayı 200 devlete bölmüşler. Ve bunları yöneten kişiler politikacı sayılıyor.

***

Dünya üzerinde yegane amaç hiç bitmeyen insan saltanatı içerisinde, “sözde” devlet çıkarları adına 200 devleti yöneten kişilerin ve onlara tama edenlerin ve onların ailelerinin ceplerinin dolması, günlerinin geçmesi, rahatları ve geleceğe isim bırakacak birkaç “resmi tarih”e imza atmaları.
***

Çocukluğumun haylazlık fazlası zamanlarında televizyonlarda nutuk atan insanları düşünürdüm. Onlar gibi konuşabilmek için yemek masasını önüme çeker ve başlardım nutuğuma! “Babalar işe gitmeyecek. Çocukları babalarını görebilecekler. Babaların parası olacak, çocuklarına oyuncak alacaklar”

***

Benim oyuncaklarım vardı. Ama olmayanları görüyordum ve babasını haftada bir iki saat görebilen arkadaşlarımın anlattıklarını dinliyordum. Benim için en büyük sorundu babanın eve ve çocuğa vakit harcayamaması o günlerde.

***

Aslında salt olarak politika yapıyordum ve fakat reel değil. Aşırı ütopik!

***

Ama neye ve kime göre ütopik?

***

Geçen gün bir okurdan mail geldi. Beni aşırı komünist olmakla ve solculukla, kendince suçluyor. Oysa ben hiç komünistim demedim? Yahut solculuğumdan ahkam kesmedim.

***

Soldan bakan birkaç yazı yazdım doğru. Eleştirdiğimde oldu fakat solu.

***

Sorun bu işte. İnsanların aklına mıhlanan ve lekelenen terimler.

Benim bütün amacım terimleri yok edebilmek halbuki. Ne sol, ne sağ. Hiçbiri umrumda değil. Sadece politika istiyorum. Çocukluk sorunlarından farklı, sadece yaşamak odaklı politika.

***

İnsanın insana olan saltanatının son bulması için üretilecek olan politika. Kendi elit kesimini yaratmayacak politika, eşitlik diyerek, halkın eşitliğinden sonra yönetimin bir basamak üst olmasını sağlamayan politika.

***

Günümüzde vatandaşlık yapay bir etiket gibi kalıyor. Parlamentoda “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denmiyor mu?

Peki ya millet hangi meclis lokantasında bir çorbaya 50 kuruş ödüyor? Yahut hangi millet mensubunun gemiciği, bilmem kaç dönüm tarlalarda yetiştirdiği mısırı ve patatesi ihraç etmesinde öncelik sağlayacağı “politikacı” babası var?

***

Politikalar, insanın insana olan köleliğini ve düzenin işlevselliğini yitirmemesi için halkın önüne atılması gerekli birkaç sosyal yem yasasını yaşatmaktan başka ne halta yarıyor ki insanlığın varlığından bu yana?

***

Bir şey var görüyorum,

Bir şey var biliyorum diyordu şair,

Ve fakat konuşamıyorum..,

Konuşsam,

Asırlarca zindan.

Konuşsam “Komünizm Propagandası”

HHH

Peki tamam sustum, bırakalım sürsün, insanın insana hiç bitmeyen hegemonyası.

LYS

Sabahın saat 6‘sı neden hala ayaktayım? Oysa uyumalıydım saatler önce yaşıtım birçok insan gibi. Ve sabaha uyanmalıydım bin bir heyecanla, ağzımda belki okunmuş pirinç ne faydası olacaksa- belki iyi bir kahvaltı yapmalıydım. Koştur koştur gitmeliydim sonra devletin benim için seçtiği okula.
***
Oysa sabahın 6‘sı saat. Ve ben hala ayaktayım.
***
Ben evde duruyorum, aynadaki yansımam gidiyor okula. Benim yerime o giriyor kasvetli, pastel rengi boyanmış duvarların ve otuz küsur derece sıcağın ortasında, Lisans Yerleştirme Sınavı‘na!

***
On senelerdir rayına oturtulamayan eğitim sisteminin bütün aksaklıklarını sorgulayarak girdim sınava. ÖSS‘den dönüşen LYS‘de ilk gözüme çarpan, 75 dakika hapis zihniyeti oldu. Sınava neden girdik, amacımız nedir, geleceğimiz var mı? Üniversite bitirsek iş bulabilir miyiz? Sadece mezun olmak kâr mı? Sorularını bir kenara bırakarak soruyorum. 75 dakika boyunca bir odaya tıkılmak nasıl bir sistemin, nasıl bir aklın ürünüdür?
***
Benim sınavım yarım saatte bitti belki? 45 dakika tahta bir sırada hiçbir yazı okumadan, hiçbir işle iştigal olmadan oturmam neden isteniyor benden? Beklide devletim benim ileride siyasi olacağımı düşündü; “oturmayı öğrensin, hiçbir iş yapmamayı iyi bellesin” dedi. Bak bir tek o zaman anlarım işte 75 dakika boyunca sınavdan çıkma yasağını ve eğer sınavdan 75 dakikadan önce çıkarsan sınavının iptal edileceği yaptırımını!
***
Durdum düşündüm sonra, ne diyecekti acaba bugünkü haber bültenleri? Eminim Arınç‘tan bahsetmeyeceklerdi;
Üniversite adaylarının yarısının LYS‘ye başvurmadığı şu günlerde Başbakan Yardımcısı Arınç mezun olduğu Manisa Lisesi'ne yaptığı ziyarette eğitim ve sınav sistemiyle ilgili çelişkili açıklamalarda bulundu. Arınç‘ın, üniversitelere giriş sınavının artık YGS ve LYS olarak iki aşamadan oluştuğunu unutarak ısrarla “ÖSS” ifadesini kullandığı dikkat çekti.
***
''ÖSS bir kumar olmaktan çıkmalı. Öğrencilerimiz bu barajları kendi yetenekleriyle, başarıyla aşabilecek bir noktaya gelmeli'' diyen Arınç, Türkiye‘de eğitim sisteminin öğrencilere, sınavları yetenekleriyle ve başarıyla aşmaları konusunda ne kadar yönlendirici ve yararlı olduğunu sorgulamadan “Milli eğitim Türkiye'de çok iyi bir noktaya geldi” şeklinde konuştu.
***
“Lise hayatı sürgün, hapishane hayatı değil”
Arınç, kendi öğrencilik yıllarından bahsederken o zamanlar dershanelerin olmadığını, üniversite sınavlarına kendi derslerinden edindikleri notlarla hazırlandıklarını, şu anda ilköğretim okulu bitmeden öğrencilerin dershanelere başladığını söyledi.
Arınç öğrencileri büyük stres altına sokan sınava hazırlık süreci için de “Lise hayatı bir sürgün, hapishane hayatı değil'' ifadesini kullandı.
***
'Büyük düşünmek lazım'
LYS‘ye girecek öğrencilere de nasihatlerde bulundu. Arınç, kendi yıllarından söz ederek ''O zaman bu kadar milyonlar seviyesinde üniversiteye girmek isteyen yoktu. Siz de başarılı olacaksınız ama kafanızda mutlaka bir ideal olsun. Üniversiteden de iyi bir yerde eğitim yapmak ve hayata atılmak hedefiniz olacak. Büyük düşünmemiz lazım. Dünyada artık bu işler büyük hedefler öne konularak yapılıyor. 5'ten şaşma 6'yı aşma dönemi geride kaldı. 'Liseyi bitireyim de ne olursa olsun' diye bizim dönemimizde düşünülürdü. Lise mezunu o zaman yedek subay olurdu, şimdi üniversite mezunu bile olamıyor” dedi. Arınç, yükseköğretim harçlarıyla ilgili olarak da hükümetin harç kredilerini artırdığını, ancak harçsız üniversitenin Avrupa'da da, dünyada da mümkün olmadığını söyledi.
***
Harçların olmadığı bir dünya mümkün değilmiş!
Yani parasız eğitim hayal, önümde duran ve 45 dakika boyunca beni salona mıhlayan bitirilmiş cevap anahtarı belirdi yine gözümün önünde!
“Sınav süresi 75 dakikadır. Sınav süresi boyunca dışarı çıkamazsınız. Dışarı çıktığınız takdirde sınavınız iptal edilecektir… Diğer sayfaya geçiniz”
***
Irzına defalarca geçilen eğitim sisteminin ve bu sistemin işleyemeyen en büyük çarklarından biri olan üniversiteye giriş sınavının kaç kere değiştirilmiş olabileceğini düşündünüz mü hiç?
***
'13 kez değişiklik yapıldı'
Türkiye‘de bugüne kadar 13 farklı değişikliğe uğrayan yükseköğretime öğrenci seçme sınavı, bu yıl bir çok açıdan tartışma konusu oldu. Sınavın ilk aşaması olan YGS‘de bir çok öğrenci yaşadıkları yerlerden uzaklarda sınava girmek zorunda kalmış, binlerce öğrenci mağdur edilmişti. Bir sorusu da çift cevaplı olduğu için iptal edilen YGS‘nin ardından, YGS sonuçlarına göre LYS tercihi yapabilecek olan 1 milyon 233 bin adayın yarısı tercih yapmadı. Öğrenciler ve ailelerin yeni sınav sistemini tam olarak anlayamadığı belirtiliyor. YGS‘de 180 ile 220 arasında puan alan binlerce öğrencinin ikinci sınavda şansları olmadığının farkında olmaları, sınavın ücreti ve son uygulama ile uzaklara gönderilen öğrencilerin boşuna masraf yapmamak için sınava girmekten vazgeçme noktasına gelmeleri, yükseköğretim seçme sınavını öğrencileri üniversiteden ’uzaklaştırma‘nın aracına dönüştürdü.
***
Düşünüyorum, günümde, gündüzümde, parabollerin ve fonksiyonların içerisinde geçti. Ben gazeteceyim. Muhabirim. Sayfa editleyebiliyorum. Yani mesleki anlamda yapılabilecek her şeyi yapıyorum. Bir iki defa bütün bir gazeteye tek başıma çıkardığım bile oldu. Yani bu işe, bu mesleğe belli bir yetim var. Ama eğer ben fonksiyon çözemiyor, parabol bilmiyorsam, aritmetik düzlüklerden, sistemlerden bir habersem, Basın Yayın mezunu olamıyorum, çünkü Basın Yayın, eşit ağrılık puanıyla alıyor öğrencilerini ve buda matematik ve parabol ve fonksiyon ve binlerce gereksiz bilgi demek oluyor.
***
Benden gazeteci olup olmayacağına, apık sapık bir sınav sistemiyle karar veriyor yani hükümetim, devletim..
***
Ama yine de o en iyisini bilir, o en iyisini uygular..
***
Psikolojileri mezun olmak, sadece okumak öğrenmeden ve salt para odaklı binlerce sürüye selam olsun!

Sevda zamanı

Yoğunlaşması zor saatler bunlar. Verilmesi güç kararların gölgesinde, sözde sevda sözcükleriyle bezeli suretim, çamurdan çıkmış bir fahişeyi andırıyor aynalarda. Akşamlardan utanıyorum. Gündüzlere tahammül edemiyorum. Gömsem kafamı toprağa, ve hiç çıkarmasam yalnızlıklarımı. Sadece bedenimi görse insanlarım ve sadece bedenimden bilseler var olduğumu. Sözde güçlü sayılsam, görülmeyen yalnızlıklarım ve toprak altı suretimle..
***
Çocukluğumun bütün eksiklerini tamamlamak istiyorum seninle ama sen yoksun. Sen bir kelime yakın, romanlarca uzak fakat.. Keşke şimdi… Neyse boşver, sadece konuşabiliyor olmamız bile harikulade bir hadise iken, keşkeli hayaller, Hint fakiri gönlüme ağır gelebilir.
***
Bir moloz yığınısın sen. İçinde sevda kalıntılarının.. Ve bir o kadar dışında. Sancılı bir doğumsun. Doğumusun acıların ve ilacı aynı zamanda.
***
Bir insan sevdimi, hayatının merkezine oturtmalı bütün sevda zamanlarını. Öyle ya, bundandır belki tendeki sonsuzluk..
***
İyi ama neden? Neden bu denli severken, yine aynı şiddette mutsuzluk? İstiyorum. Yanımda ol. Fakat yasak.
***
Mesela aşk. Yasak.
***
Yüzünü görmek yasak.
***
Dudakların,
Ellerin,
Hatta gülümseyin bile yasak.
Unutulmaya yüz tutmuş bir kültürdür sevda, bu coğrafyada, yok olmaması için aynı dili konuşmak gerekir. Ve fakat yasak senin kentinde, başka diller, başka aşklar.. Umutsuzluğun kara lekesi, burada.. Sözünde.. Ama yinede kadınım.. Yinede..
***
KEŞKE..

Gitmek..

Gitmek istiyorum günlerdir. Terk edip gitmek her şeyi.
Böyle bir heyecan,
Böyle garip bir korku,
Öyle gitmek istiyorum ki hiçbir ’dur‘ durduramamalı beni. Hiçbir ilgiye ek olmadan, sıfırdan büyümeliyim yeni hayatımda, yavaşça.
Yavaşça gelişmeli düşünceler ve kurulmalı hayat yavaşça.
Yavaşça belirmeli ilk gelişmeler.
***
Ufak bir evim olmalı, belki tek oda. Araba, telefon ve bir dünya dolası ıvır zıvıra gerek yok. Bir tencerem olsun ve bir çaydanlık, zor günün sevda sonrası bir iki bardak huzur yani.
***
Ama bilgisayarım olmalı, dünyanın bir ucunda, bir oda ve penceresiz bir evde dahi olsam bilmeliyim nerede ne olduğunu. Hangi ülkede hangi tinsel acıların yaşandığını öğrenmeliyim her sabah bir fincan kahveyle birlikte.
***
Bulunacağım yeri tanımalıyım. İnsanlarını, evlerini, yaşamalarını, edebi eserlerini öğrenmeliyim. Ve en önemlisi dillerini konuşabilmeliyim. Sokaklara çıkmalı, saatlerce yürümeli, acılarımdan arınmalıyım daha önce hiç tatmadığım toprak kokusunu, yağmur sonrasında, memleketimden kilometrelerce uzak bir ülkede hissederek en derinden. Düşler kurmalıyım, şimdi olduğu gibi. Gelecek istemliyim gelme ihtimali belki sıfır olan. Ama sıfırdan başlamalıyım her şeye. Ki buna geleceğimde dahil.
***
Sanatını öğrenmeliyim yeni topluluğumun, tarihini. Ve geçmişinden yarınlar doğurabilmeliyim. Kavgadan hiç vazgeçmeyeceğim biliyorum bunu. Çabalamalıyım ne varsa orada haksızdan yana esen, haklıdan yana çevirebilmek için onu.
***
Daha önce düşünmemiştim ama.. Aşık olmalıyım sıfırdan, bütün duygularımı unutmalı, hatıralarımı silmeli, yeniden sevmeliyim. Yeni gözler görmeli, yeniden hissetmeliyim. Yine elele caddeler gezmeliyim; yeni caddeler.
***
Belki çocuğum . . .
***
Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum. Ben insanların arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmanlara da ihtiyacı var.Hem sonra düşünüyorum, sokakları, çocukları..
Sokak çocuklarını düşünüyorum en çok da. Ve benim bıktığım şu hayat için her şeyini verebilecek insanların olduğunu bilmek, yüzümü siliyor, suretimden. Aynalara bakamıyorum yine her zamanki gibi. Ve yine her zamanki gibi sokaklarda yürüyemiyorum böyle günlerde.
***
İçimde var yok dinlemez bir çocuk isteği. Somut mutluluk yok, biliyorum.
Ve seziyorum hayatımda anlamlarında olabileceğini.
Sonra sokaklara çıkıyorum. Sokakları geziyorum. Elinde boya tezgahıyla bir çocuk çıkıyor köhne bir evden. Deniz‘i hatırlıyorum. Mücadeleyi ve hayatı anımsıyorum yeniden. Gardımı bir çift göz uğruna düşürmemeliyim ben. Sağlam basmalı ayaklarım yere.
Karnım tok. Bundan daha önemli bir şey olmamalı hayatımda. Bundan başka bir şey istememeliyim aslında.
***
Ama ruhum? Ölçüsüz derin, okyanuslarda. Ve bir hayatın sonunda artık, seziyorum. Bir hayat sona erdimi bir başka hayat başlamalı, doğanın kanunu bu, biliyorum.
***
Hem şimdi belki, başka bir coğrafyanın bilinmedik bir sokağında, bir çocuk ağlıyordur ve aynı sokakta, gözleri gözlerimde bir kadın. Adı aşk olmaz o zaman salt gidişlerin. Önünde, çabalamak isimli bir bahane başlangıcı belirir, çabalamak ve kavgadan ayrılmadan yol almak.. Sanırım buldum. İşte bütün mesele bu, gitmek kolay, zor olan bahane bulmak.