10 Şubat 2010 Çarşamba

hergün bir şair (Cahit Sıtkı Tarancı)

Cahit Sıtkı Tarancı, (d. 2 Ekim 1910, Diyarbakır - ö. 13 Ekim 1956, Viyana).

Şair. Melankoli yüklü dizeleri ile tanınmış, "Otuz Beş Yaş" şiiri ile özdeşleşmiştir.
İlkokulu Diyarbakır'da bitirdikten sonra, Galatasaray Lisesi'nde okudu. Asıl adı Hüseyin Cahit'tir. Fransızcayı çok iyi öğrenerek Baudelaire, Rimbaud, Mallarmê'yi özümsedi. Mülkiye öğrenimini Türkiye ve Paris'te yaptı. İkinci Dünya Savaşının çıkması üzerine okulunu tamamlayamadan yurda döndü. 1946'da CHP Şiir Ödülü'nde birincilik aldı. Anadolu Ajansı ve Çevirme Bakanlığı'nda tercüman olarak çalıştı. 1953 yılında, genç yaşta ağır bir hastalığa yakalandı. 1956 yılında tedavi için Avrupa'ya götürüldü; fakat iyileşemedi. Aynı yıl Viyana'da öldü.
'Sanat için sanat' ilkesine bağlı kaldı. Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Açık ve sade bir üslubu vardır. Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir. Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur.
Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, nedense hep ölümün üstüne gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur.

--------

Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.

Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Sıkılırım,
Kuşlar cıvıldamasa dallarında,
Yemişlerine doymadığım ağaçların,
Yağmur mu yağıyor,
Güneş mi var,
Farketmeliyim
Baktığım pencereden.
Deniz görünmeli çıksam balkona.
Tamamlamalı manzarayı
Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar.
Ekmekten olamam doğrusu,
Nimet bildiğim;
Sudan geçemem,
Tuzludur teneffüs ettiğim hava.
Ya nasıl dururum olduğum yerde,
Öyle upuzun yatmış,
İki elim yanıma getirilmiş,
Hareketsiz,
Sükûta râmolmuş;
Sanki devrilmiş bir heykel?

Ellerim ne der sonra bana?
Soğumuş kalbime ne cevap veririm?
Utanmaz mıyım ayaklarımdan?

Kalkmalıyım,
Dolaşmalıyım,
Sokaklarda, parklarda.
El sallamalıyım
Giden trenlere,
Kalkan vapurlara.
Bilmeliyim,
Gölgelerin boyundan,
Saatin kaç olduğunu...
Islık çalmalıyım.
Türkü söylemeliyim
Yol boyunca,
Keyfimden ya hüznümden.
Geçmiş günleri hatırlamalıyım,
Dalıp dalıp akarsuya,
Hayaller kurmalıyım,
Güzel geleceğe dair.
Yanımdan geçenler olmalı,
Selâm almalıyım;
Robenson'u düşünmeliyim,
Garipliğini:
Şükretmeliyim
İnsanlar arasında olduğuma.
Nedir ki eninde sonunda ölüm?
Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?

Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.

Cahit Sıtkı Tarancı

Hedef gösterilen tiyatroya mühür


15 Şubat’ta, kendini bir porno yıldızının vücudunda bulan ‘melek’in öyküsünü anlatan ‘Yala ama Yutma’ adlı oyunu sahneleyecek olan Kumbaracı50 sahnesi, önceki gün Beyoğlu Belediyesi’nce mühürlendi....
Altıdan Sonra Tiyatro’nun 10. yılında, geçtiğimiz kasım ayında açtıkları bir üretim ve gösteri alanı olan Kumbaracı50 sahnesi pazartesi akşamı Beyoğlu Belediyesi tarafından yangın merdiveni olmadığı gerekçesiyle mühürlendi.
Sahnenin internet sitesine, “Sahnemiz 8 Şubat Pazartesi günü Beyoğlu Belediyesi’nin tespit ettiği eksiklikler nedeniyle geçici bir süre etkinliklerine ara vermiştir. Eksiklikler tamamlandığında tekrar görüşmek üzere” şeklinde bir açıklama konuldu.
Telefonla görüştüğümüz sahnenin kurucusu Nilgün Kurt, yangın merdiveni siparişleri olduğunu ve yasal işlemlere başladıkları için açıklama yapmayacaklarını belirtti.

Vakit haber yapmıştı
Kumbaracı50, en son, 15 Şubat’ta sahnelenmeye başlayacak “Yala Ama Yutma” adlı oyunuyla ilgili Vakit Gazetesi’nin 1 Şubat’ta yaptığı haberlerle gündeme geldi.
Vakit gazetesi haberinde metni Özen Yula’ya ait olan, başrolünde Saraybosna Film Festivali ve Altın Koza’nın da aralarında bulunduğu pek çok festivalden en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Ayça Damgacı’nın rol aldığı “Yala Ama Yutma” adlı oyuna ‘ağır’ ithamlarda bulundu.
Oyunu pornografik olarak nitelendiren haberde, oyunda pek çok tahriğin yer aldığı iddia edilerek bu durumun hem Müslümanları hem de diğer dinlere mensup kişileri kızdıracağı ifade edildi.
Tiyatrodan yapılan ilk açıklamada, oyunun herhangi bir dine saldırı ya da aşağılama unsuru içermediğine dikkat çekilerek “Oyunla ilgili provokasyonlar konusunda herkesin sağduyulu davranmasını rica ediyoruz. Bundan sonra da bu sanat olayına yönelik herhangi bir şiddet gerçekleşirse sorumluları açıktır” denildi.

Belediye: Ruhsatı eksikti
Bütün bu gelişmelerin ardından Beyoğlu Belediyesi’nin önceki gün uyguladığı mühürleme kararı akıllara, bunun provokasyon önlemi olup olmadığı sorusunu getirdi.
Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Beyoğlu Belediyesi şu açıklamayı yaptı:
“Sahne, ruhsatla ilgili olarak eksik belgeyle müracaat etti. İtfaiyenin can güvenliğiyle ilgili şartlarını yerine getirmediği gerekçesiyle kanuni bir işlem yapıldı. Konunun basında çıkan haberlerle ilgisi yok.”
MELEK’İN 24 SAATİ
Oyunun konusu kısaca şöyle: Kurallara göre yüzyılda bir ‘sınanma’dan geçmek için yeryüzüne bir melek gönderilir. Bu meleğin görevi 24 saat içinde en azından bir insanı ‘iyilik adına’ yola getirmek. Melek bu görevi başarırsa yeniden yüz yıl melek olarak devam edecek, eğer başarısız olursa da dünyada insan olarak kalacaktır. Bu sınanmaya tabi tutulan oyunun baş kahramanı Melek (Ayça Damgacı), kendini Türkiye’de bir porno film setinde, oyuncu Leyla’nın bedeninde bulur.
İdil Biret konseri benzetmesi
Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen olayla ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Bu mühürleme olayı, aslında geçtiğimiz temmuz ayında Topkapı Sarayı’ndaki İdil Biret konseri öncesi ‘mini etekli kızların servis ettiği şarapları içecekler’ tevatürünü yayarak konserin provoke edilmesinin bu kere de Kumbaracı50’de tekrarlanmaması için basiretsiz yönetimin aldığı tedbirden başka bir şey değildir. Bu mühür, tiyatroya balyoz indirilmesiyle, buldozer saldırısıyla eş değerdir. ‘Yala, ama Yutma’ başlıklı tiyatro oyununun gösterimi böylece engellenmiştir, ancak asla ve asla yalanıp yutulacak bir olay değildir.”

hayaller..

Yine hayaller..

Hiç bitmeyecek bir düşünceler silsilesinin terkisine diz çökmüş, sadece hüznün kelimelerini biliyorum ben. Yazık.

Oysa ne olurdu sanki yarin teninde tenim, söylediğim sözlerin bir ömrü olsa? Be bilinse kıymeti kıyametten önce hani..

Kime deydiyse gözlerim hep acı gördüm. Çocukluğumda sütümdeydi o, olgunluğumda saçımın akında!

Uyusam uyansam keşke, her şey farklı olsa..

Geçmişimden pişman değilim fakat yinede dokunuyor bunca gözyaşı erkek adama!

Yutkunuyorum, kara bir delikten içeri süzülüyor mutsuzluğum. Yanaklarım ıslanıyor. Gözyaşlarım son damlasına kadar kuru oysa peki neden? Neden hala…?

Düşünüyorum öyleyse? demiştim. Descartes’dan örneklemişti arkadaşım. Öyleyse varım!
Varla yok arasında yerim ve karanlık önüm arkam sağım solum! Tükeniyorum, kalmadı hiç umudum!

Kim vurduya gitmiş örtbas bir cinayeti her gün tekrar yaşıyorum. Her gün aynada kendimi öldürüp defalarca, defalarca yüzümü yıkıyorum!

Kendi yitirmenin eşiğinden atladım artık, artık hiçbir surette var olamaz aşka yüz tutmuş bedenim. İçimde hüznü var sahile vurmuş boş bir teknenin!

Sevgiyle gelen gelsin demek isterdim. Ne olursa olsun gelsin yada insan. Ve fakat öyle yandı ki canım sürekli kucak açmaktan..

Yoruldum.

Anlatamam!




uur