14 Şubat 2010 Pazar

'Bir Gün Bir Fotoğraf' Maltepe Nazım Kültürevinde


Volkan Doğar'ın hayatın her anına, sokağa ve insana dair temaslarını yansıtan fotoğraflar Bir Gün Bir Fotoğraf başlığıyla Maltepe Nazım Kültürevi'nde sergileniyor.

Fotoğraf sanatçısı Volkan Doğar’ın bir ay boyunca İstanbul'un sokaklarını karış karış gezerek, vizörünün süzgecinden geçirdiği fotoğraflarından oluşan sergi “Bir Gün Bir Fotoğraf – İstanbul” bugün Malzete Nazım Kültürevi’nde açılıyor. 13 Mart’a kadar izlenebilecek olan serginin açılışı bugün saat 19.00’da yapılacak. Bir belgesel fotoğraf çalışması olan “Bir Gün Bir Fotoğraf – İstanbul”, hayatın her anına, sokağa, insana dokunmaya, uzak kaldıklarımıza doğrudan tanıklık etmeye davet ediyor.

Fotoğrafa 2001 yılında başlayan Volkan Doğar, Marmara Üniversitesi Haber Ajansı’nda fotoğraf editörü ve istihbarat şefi olarak çalıştı. Ulusal ve Uluslararası birçok yayın için foto-röportajlar üretti. Era Medya Dergi Grubu’nda dört yıl sürdürdüğü fotoğraf editörlüğü görevinden ayrılıp, serbest fotoğrafçı olarak, belgesel fotoğraf projeleri üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.

hergün bir şair (Oktay Rıfat)


10 Haziran 1914'de Trabzon'da doğdu. Ankara Erkek Lisesi'ni, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Devlet sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı hesabına Paris'e gönderildi. II. Dünya Savaşı nedeniyle, orada yaptığı doktora çalışmasını tamamlayamadan 1940 yılında Türkiye'ye döndü. Bir süre Maliye Bakanlığı'nda, daha sonra Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü)'nde çalıştı. Serbest avukatlık yaptı. 1955 yılında İstanbul'a yerleşerek avukatlığını sürdürdü. Sonra Devlet Demir Yolları'na girdi ve emekli olana dek bu kurumda çalıştı.

Ankara Erkek Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlayan Oktay Rıfat, ilk şiirlerini 1936- 1944 yılları arasında Varlık Dergisi’nde yayımlamıştı. İlk şiirlerinde hece veznini kullanmaktaydı, daha sonra serbest vezne geçti. 1941 yılında Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile birlikte Garip adlı şiir kitabını yayımlayarak Garip şiir akımının öncülerinden oldu. Garip dönemi şiirlerinde kentte yaşayan sıradan insanların günlük yaşamlarına şaşırtıcı, alaycı bir söyleyişle yaklaşmıştı.
Perçemli Sokak adlı kitabıyla Türk şiirinde İkinci Yeni denilen anlayışa, anlamca kapalı bir şiire yöneldi. Türkçe'nin ses zenginliğini, geniş bir sözcük dağarcığıyla ustalıkla kullanan unutulmaz şiirler yazdı. Kitaptan kitaba değişen şiiri ile Türk şiirinin genel akışını en çok etkileyen şairlerden sayılmaktadır.
Oktay Rıfat tiyatro oyunu ve roman türünde de eserler veren Oktay Rıfat’ın şiir üzerine kuramsal yazıları da bulunmaktadır.
« 'Oktay Rifat'in şiirsel konjonktörü büyük inip çıkmalar gösteriyor. Her değişiş, bir öncekinin bazı yönlerden tam tersiymiş izlenimini uyandırıyor okurda. Yalnız bunların kimlik değistirmeyle bir ilgisi yok. İlhan Berk gibi her değişişte bir önceki dönemi yadsımıyor, inkar etmiyor. Ve tuhaf bir şekilde -böyle diyebiliyorum-, başta yadırgansa da, birbirinin tersi olarak belirmiş dönemler ve bu dönemlerin ürünleri birbirine bağlaniyor; eklem yerleri o ters çıkış noktaları olmak üzere »
(Cemal Süreya, 1976)

----------------------

yağmurlar

sonra yağmurlar başladı, gitti cambazlar,
silindi çadırların yazısı ovadan.
portakal rengi oğlan, mavi memeli kız,
n'oldu onlara! nasıl da böyle bittiler!
bir gülümseme kaldı duvarlarda yazdan,
ölü resimlerle savruldular sokakta.
yürümekten çok uçmaya yakın, güneşle
açıktı elleri. mahzun ve düşünceli,
hafif bir yaşama doğru ittiler bizi.
onlar ölçülü ve usta, biz dalgın, savruk,
düşleriyle geride. artık ne varsa boş,
ne varsa kirli, cıvık! bir düşman ordusu
gibi geçiyor üstümüzden, saçlarından
sürüyerek göçmen kuşları, yuvarlak, mor,
deniz gibi hoyrat, dağlar gibi görkemli
bulutlarıyla gök ve yağmurlar başladı.

Oktay Rıfat

14 Şubat Pazar yazısı

Ne yazsam diye düşünmenin bir anlamı yok. Belli yazılacak olan. Gün 14 şubat. Her yer kırmızı çünkü. Hem akşamdan kalma bir mutluluğun, tiyatro seviciliğin gölgesinde gözlerin umutları da var.. ki zaten yazıya vesile gözleri..

Büyük bir kapitalist oyun olduğunun farkındayım günün ve fakat gerekli değil mi sevgilinin gözlerine daha bir anlamlı bakılan böyle özel günler insanlığa? Elbette gerekli.

Dün akşam muhteşem diyemesem de izlenmeye değer bir tiyatro oyununun galasında, yanımda, günlerdir yazdığım bahsettiğim yazılarımda, gözlerin sahibi kadın, oyuna mı konsantre olsam, gözlerinden mi gözlerimi ayırsam bilemedim. Utangaç ve tesadüf havası verilen birkaç rastlaşmasından sonra ellerimizin, kavuşma anı paha biçilemezdi. Dün akşam gözlerinin terkisine bir çocuk kreşi açılmış kadınla birlikte izlediğim oyundan aldığım keyfi bugüne kadar nadir zamanlarda duyumsadım sanırım. yada duyumsamadım hiç.

Neyse sonra caddelerine kırmızı ışıklardan gölgelerin düştüğü sokaklarda, kalp resimleri ve siluetleriyle kaplı dükkanların pahalı vitrinlerine paralel yürüdük şehrin. Ellerim ellerinde, gözlerim sonsuz.. bir de gitmek vardı.. orasını düşünmüyorum. Gidebilme ihtimali onun kemiriyor sanki bedenimi. Gitme ihtimaline onun eriyorum yavaşça.. ama kaç gündür yazıyorum ya, Belki? Büyük umutla…


uur

İran, British Museum ile ilişkilerini kesti


İran, Kiros Silindiri'nin iadesini bir türlü gerçekleştirmeyen British Museum'u UNESCO'ya şikayet edecek. Müze, Anadolu'daki uygarlıklara ait pek çok eseri de elinde tutuyor.

İran, Pers uygarlığına ait antik bir eseri geri vermeyi reddeden British Museum ile ilişkilerini kesti. Buna göre, İngiltere’den gelen arkeoloji ekiplerinin ülkede çalışma yapmasına da izin verilmeyecek.

İran Kültürel Miras Kurumu, "Kiros Silindiri" adlı eserin iadesi için British Museum'a başvurmuş ve geçen yıl Ocak ayında anlaşmaya varılmıştı. Fakat eserin hala gönderilmemesi üzerine Ekim ayında yeniden yazışmalar yapan Kurum, Müzeye iki aylık süre tanımıştı. Kurumun Genel Müdürü Hamid Bahai, geçtiğimiz günlerde konu ile ilgili bir açıklama yaptı. Bahai, eserin İran’a devrinin hala gerçekleşmediğini, bu nedenle British Museum ile ilişkilerini kestiklerini ve Müzeyi Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’na (UNESCO) şikayet etmeye hazırlandıklarını söyledi.

Bahai, “British Museum önce Eylül ayında eseri bize göndereceğini bildirdi, daha sonra Kasım ayını telaffuz ettiler. Ardından Aşure Günü olaylarını gerekçe göstererek eseri gönderemediklerini söylediler. Son olarak ise 16 Ocak tarihini verdiler. Kendilerine tanıdığımız süre artık nihai olarak dolmuştur. Yüklenmiş halde sevkiyatı bekleyen silindiri korumak için şu ana dek 200 bin dolar civarında güvenlik harcaması yaptık” dedi.

Eser İngiltere'ye nasıl gitti?
1879 yılında Asurolog Hormuzd Rassam tarafından bulunan Kiros Silindiri, Asuri asıllı bir İngiliz vatandaşı olan Rassam’ın aracılığıyla British Museum’a nakledilmişti ve kısa süre öncesine kadar da orada sergilenmekteydi. Ocak 2009’da British Museum Genel Müdürü Neil MacGregor, silindirin İran Ulusal Müzesi’ne nakledileceğine dair söz vermiş, silindir nakliyat için Müze'den alınmış, ancak Müze yönetimi daha sonra İran’daki siyasi karışıklıkları bahane ederek sevkiyatı defalarca ertelemişti.

Türkiye'de yapılan çeşitli kazılar sırasında bulunarak İngiltere'ye götürülen, Artemis Tapınağı ve Halikarnas Mozolesi gibi dünya kültür mirasının önemli bileşenlerine ait kalıntılar da halen British Museum'da sergileniyor. Benzer bir durum, Almanya ve Fransa gibi ülkeler için de geçerli. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Kasım ayında Paris'teki Louvre Müzesi'nin üst yöneticisi Henri Loyrette'e, müzedeki İzmir'e ait eserlerin (özellikle de Smyrna Apollonu ve Smyrna Jüpiteri heykellerinin) iade edilmesi talebiyle mektup göndermişti. Mısır da benzer girişimlerde bulunuyor. Ülkenin antik eserler başsorumlusu Zahi Hawass, aralık ayında Berlin Neues Museum'dan Nefertiti büstünü istemiş, British Museum'a da Rosetta Taşı'nın iadesi için başvuracağını açıklamıştı.

Kiros Silindiri nedir?
MÖ 539 yılında Babil’i fetheden Pers imparatoru Kiros tarafından yaptırılmış olan Kiros Silindiri, Babil tanrısı Marduk’a seslenen çivi yazısı bir metin içeriyor. Marduk’a hitaben Babillilerin yaşamını nasıl iyileştirdiğini anlatan Büyük Kiros'un bildirisi, Babilli kölelerin serbest ve özgür olması gerektiğinden bahsettiği için, bazı otoritelerce "ilk insan hakları bildirgesi" olarak da kabul ediliyor.