22 Şubat 2010 Pazartesi

hergün bir şair (Fazıl Hüsnü Dağlarca)


26 Ağustos 1914 İstanbul doğumlu. Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey'in oğludur, ilköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, orta öğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde 1933 yılında tamamladı.Aile, Ataç, Çagri, Devrim, Inkilapçi Gençlik, Kültür Haftasi, Türkçe, Türk Dili, Türk Yurdu, Varlik, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik, Yön, gibi dergi ve gazetelerde siirlerini yayimladi. 1935'te piyade subayı göreviyle Doğu ve Orta Anadolu'nun, Trakya'nın pek çok yerini dolaştı. Ordudaki hizmeti on beş yılı doldurunca, ön yüzbaşı rütbesiyle askerlikten 1950'de ayrıldı. 1952-1960 yılları arasında Çalışma Bakanlığı'nda iş müfettişi olarak İstanbul'da çalıştı. Buradan ayrıldıktan sonra İstanbul Aksaray'da "Kitap" kitapevini açtı ve yayıncılığa başladı. Ocak 1960-Temmuz 1964 yılları arasında dört yıl Türkçe isimli aylık dergiyi çıkardı. İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri çıktı. Bugüne kadar kendisine bir çok ödül verilen şair 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En iyi Türk Şairi" seçilmişti.Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyesiydi.
Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiç bir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle, bağımsız kalarak hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır. Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler:
“ Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir. ”
"Türk şiirinin büyük şairi" olarak tanımlanan Dağlarca, 94 yaşında zatürre tedavisi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. [1] Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, bu yılın ilk aylarında yaptığı bir röportajda ölümünden sonra Kadıköy'de yaşadığı evin müze haline getirilmesini vasiyet etmişti. Evini Kadıköy Belediyesi'ne bağışlayan Dağlarca, Mühürdar Caddesi'ndeki evinde kendisini ziyaret eden Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'e, evinin müzeye dönüştürülmesi için vasiyette bulunmuştu. 20 Ekim 2008'de Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir.

------------------------

kurduğum devlet katında
masalara yerleştiniz
yediniz içtiniz her gün
aşa çevirdiniz beni

döştür yüreği acının
tanık bütün yaratıklar
öyle sızlar ki yüreğim
döşe çevirdiniz beni

sıkıyönetim - atatürk
eşanlam kesildi üç yıl
baskı ülkeyi çiğnerken
dişe çevirdiniz beni

özel çıkarınız için
saptırdınız söylev demeç
kırpıldı söylediklerim
kuşa çevirdiniz beni

özgürlüktüm yerden göğe
siz yolumu bırakarak
yontulara kapadınız
taşa çevirdiniz beni

gençler, işçiler ezilmiş
mutsuz olmuş türküm diyen
adım var ya eylemim yok
düşe çevirdiniz beni

yüzüm kaldı paralarda
yatarken on kalkınca beş
para düşer ben düşerim
boşa çevirdiniz beni

o çiçekler devrim idi
akan güneşle yemyeşil
ben ki ilkyaz idim orda
kışa çevirdiniz beni

amerika'ya kölelik
kurumlarıma saldırı
yurda mevlit çankaya'dan
leşe çevirdiniz beni

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

yazı

“bir kelimeye
bin anlam yüklediğim zaman
sana sesleneceğim.”
Özdemir Asaf

Yıllar önce okuyup da bir kenara not almışım. Huyumdur, yaparım sık sık.. Beğendiğim yahut o aralar ilgilendiğim ne varsa not alırım. Sonra bir gün, bir çalışma masası temizleme saatinde çıkagelir karşıma hafif sararmış sayfalar. Ve beyaz olduğu günlere giderim umudun.

Özdemir Asaf’ın satırlarını okumaya doyamıyorum doğrusu ki altı üstü üç mısra! Birkaç yıl geride şimdi takvimim. Kim bilir hangi gözü, hangi saçı, hangi güzelliği düşünerek not alınmıştı bir kenara Asaf’ın mısraları.

Kağıdın üstünde birde tarih var. Ama hatırlamıyorum o tarihte neler hissettiğimi neler yaşadığımı. Genç yaşta Alzheimer olmuş sanki ruhum acılardan. Düşünüyorum çabalıyorum, yok arkadaş, yok hangi göze hangi söze hangi yüze ait duygularla aldım ben bu notu hatırlamıyorum.

İçim acıyor ama unutkanlıktan değil, yakın geçmişimde hatırladıklarımdan. Bir kelimeye bin anlam yüklemeye çalıştığım ve görece başarılı olduğum zamanlardan. Bir kelime bin anlam! Ama anlayana. İçimden sonlandırmak geçiriyor Özdemir ustanın benim için eksik bıraktığı mısrayı. Saygısızlık görülür diyorum da bana ne! Gören görsün arkadaş. Rakı sofralarında katledilen nice şair var. Bende gecenin bu saatinde çalışma masamın temizliğinde bir şairi kimilerine göre katletsem ne olur sanki?

“bir kelimeye
bin anlam yüklediğim zaman
sana sesleneceğim.”
BELKİ DUYARSIN!

Kimlere ne sözcüklerle seslendim günlerce? Kimler çekip gitti mutsuz gecelerde? Şimdi yine bin anlam var sözcüklerimde, anlayana.. bir kelime çok bile oysa, gözlerim seyrinde hislerim duyumsayana..


uur

ÖDÜLÜ ANNEME VEREBİLİRİM!


Yönettiği Bal filmi ile Altın Ayı kazanan Semih Kaplanoğlu Yusuf üçlemesini ve Bal'ı anlattı.
Yumurta'da annenin ölümüyle başlayan, Süt'te ergenlik ve taşra sıkıntısıyla süren, Bal'da babanın gidişiyle yaşanan çocukluk travmasına dönen Semih Kaplanoğlu ile Berlin'deyiz. Ödül heyecanını "Rüyamda görsem bile inanmakta güçlük çekerdim" diyerek dillendiren yönetmen zaman zaman göz yaşlarını da tutamıyor. Ödülün genç Türk yönetmenleri ve kendisini, iyi filmler yapmak için motive edeceğini düşünüyor ve "Altın Ayı'yı ya ofisime koyacağım ya da anneme göndereceğim" diyor. Bal'ın başarısının da Türkiye'deki sanat sinemasını canlandıracağını umduğunu söylüyor. Yusuf üçlemesi tüketici bir süreç olduğu kadar ona katkıda da bulunmuş elbet. "Şimdi içim biraz boşaldı aslında. Yani ağladım, döktüm, çıkardım üstümdekileri " diyor ve ekliyor: "2005'te Meleğin Düşüşü ile Forum'da yer almıştım ve sonrasında bugüne kadar dört film yapmışım. Yorucu bir süreçti ama çok şey öğrendim. Yumurta'da nihilist bir adamın evine dönüşü ve kendini yeniden keşfetme sürecinin, kendi hayatımla da paralellik taşıdığını söylemeliyim. Gençlik ve çocukluğa döndükçe o karakteri açıyor, elbiselerini atıyorum. Bu, kendi içime, özüme doğru bir yolculuk oldu. Şimdi belki yeni şeyler koymak, yeniden başlamak, yeni bir yol denemek gerek. Yine sadelikten kopmadan temalar değişebilir. Daha başka yerlere gidebilirim." Üçlemenin her parçası Avrupa prodüksiyonlarından yardım gördü ve farklı uluslararası festivallelerde gösterildi, ilgi gördü. Ama Semih Kaplanoğlu kendini Avrupa sinemasında görmüyor aslında: "Film yapma biçimime, anlatma tarzıma ve beslendiğim kaynaklara baktığımda kendimi doğuda görüyorum. Bence görünen o ki Avrupa sineması kan kaybediyor." Gerçekçilik ve maneviyatın birbirinden kopmaması gerektiğine inanıyor 'spiritüel gerçekçilik' olarak nitelediği sinemasını şöyle açıklıyor: "Metafizik veya spiritüel dediğimiz zaman ister istemez bir fantastik boyuttan söz etmek zorundayız. İçimizdeki duygular ve mantık gibi gerçeklik algısı ve maneviyatın da bir arada olduğunu düşünüyorum. Zaten sinemanın da bence bu anlamda çok geçişken bir yapısı var. Ama bunu sadece maneviyata döndürürseniz körü körüne başka yerlere gidebilir veya fantastik kaçabilir. Hayatın içinde maneviyatı, maneviyatın içinde gerçeği aramalıyız. Şiire ulaşmaya, elemanları azaltarak gerçeğin içinde derinleşmeye çalışıyorum. Şiir bizim toprağımızın en iyi bildiğimiz şeyi. Belki artık revaçta değil gibi ama bizim kanımızda var ve ben ondan çok şey öğreniyorum. Hem eksitme hem de duyguyu verme anlamında." Kaplanoğlu Yusuf karakterinin kendisiyle otobiyografik olarak benzerlikler gösterdiğini söylüyor: "Yumurta'daki şairin belli bir dönem yaşadığı başarısızlık duygusu benim bir dönem yaşadıklarıma denk geliyor. Süt'teki Yusuf'un şiirle olan alakası gibi şeyler otobiyografik saylabilir. Ama anne, baba gibi ana figürler benimkinden farklı."

Sinemamızda yeni ufuklar açacak


Türk sineması, Susuz Yaz'dan tam 46 yıl, Türk kökenli Fatih Akın'ın Alman yapımı Duvara Karşı'sından da altı yıl sonra, yeni bir Altın Ayı'ya kavuştu. Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesinin son halkası olan Bal, Alman yönetmen Werner Herzog başkanlığındaki jüriden bir en iyi film ödülü aldı. İlk filmdeki olgun yaşını Nejat İşler'in oynadığı Yusuf'un çocukluk yıllarına eğilen Bal, son derece sakin bir anlatımla Karadeniz ormanlarına yaslanmış bir köydeki yaşamı anlatıyor. Babası arı kovanlarından bal toplayan Yusuf'un gözüyle kırsal kesimdeki yaşam son derece şiirsel bir uslupla veriliyor. Film, tam bir görsel şölen olarak gelişiyor. Başarısında yedi yaşındaki küçük oyuncu Bora Altaş kadar, ana-babayı oynayan Tülin Özen ve Erdal Beşikçioğlu'nun da payı var. Altın Ayı'da ise, kendisi de uzak yörelerin farklı etnik yaşamlarına ve kültürlerine meraklı olan Herzog'un etkisinin büyük olduğu tahmin ediliyor. Bal'ın başarısı kuşku yok ki Türk sinemasına yeni ufuklar açacak ve yönetmenlerimize dünya çapında daha büyük olanaklar getirecek.

Erkekler Kadınlar İçin Söylüyor!


Cihan Okan, Ferhat Göçer, Kenan Doğulu, Mirkelam, Mustafa Ceceli, Teoman, Yalın ve Yüksek Sadakat kadınlar için söyleyecekler!
Türkçe müziğin en iyi erkek seslerinden Cihan Okan, Ferhat Göçer, Kenan Doğulu, Mirkelam, Mustafa Ceceli, Teoman, Yalın ve Yüksek Sadakat’ın sürpriz şarkılar ve düetlerle katılacağı 8 Mart 2010 Dünya Kadınlar Günü’ndeki konserde sanatçılar şiddet mağduru kadınlar için hep bir ağızdan “Aile İçi Şiddete Son!” diyecek.
İkinci Güldünya konseri, Türkiye’nin ünlü erkek seslerini 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde bir araya getiriyor.
Geçen yıl Türkiye'nin en güçlü kadın seslerini, Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı yararına bir araya getirerek muhteşem bir konser gerçekleştiren Hürriyet Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası, bu kez ünlü erkek sanatçıların kadınlar için şarkı söyleyeceği bir konsere imza atıyor.
Most Production imzasıyla İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde yapılacak konserde sanatçılara, geçen yıl olduğu gibi Behzat Gerçeker yönetimindeki Enbe Orkestrası eşlik edecek.
Konserin tüm geliri, yine Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na aktarılmak üzere Aralık Derneği’ne bağışlanacak. Biletix’ten satışa sunulan konser biletlerinin fiyatları 67 TL’den başlıyor.
Neden böyle bir konser? Aile içinde kötü muamele ve şiddete maruz kalan kadınlara hukuki, psikolojik ve güvenlikle ilgili destek sağlamak amacıyla iki yıl önce hizmete açılan Acil Yardım Hattı’na maddi destek sağlamak ve daha çok kadına ulaşabilmesi için farkındalık yaratmak.
Neden “Güldünya Şarkıları” Çünkü gencecik yaşında aile içi şiddete kurban edilen Güldünya Tören, bugün Türkiye’de kadına yönelik şiddetin bir sembolü. Bütün suçu, ailesinin istemediği biriyle birlikte olmaktı ve İstanbul’da sokak ortasında kurşunlandı. Ölmedi, hastanede yoğun bakımda hayat mücadelesi verirken, “işi yarım bıraktıklarını düşünen” iki ağabeyi, ellerini kollarını sallaya sallaya içeri girdiler ve “işi” bitirdiler. Onu sevip sarıp kollaması beklenen ailesi, tersine ölüm fermanını çıkarandı.
Güldünya konserleri gelenekselleşiyor
Geçen yıl, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Nazan Öncel, Nilüfer, Emel Müftüoğlu, Aynur, Aylin Aslım, Şebnem Ferah, Ayten Alpman, Zuhal Olcay, Şevval Sam, Rojin ve Funda Arar, Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’nın kullanma bilincinin artırılması ve sürdürülebilirliği için maddi katkı sağlanması amacıyla “Güldünya Şarkıları” albümünde bir araya gelmişti. 9 Mart 2009’da da bu 13 sanatçıdan 8’i, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Funda Arar, Aynur, Şevval Sam, Şebnem Ferah, Rojin ve Aylin Aslım, Güldünya Konseri’ni gerçekleştirmişti.
Şimdi ikinci Güldünya Konseri’nde şarkılarıyla “aile içi şiddete son” diyecek olan erkek sanatçılar, bu sorunun sadece kadınları değil, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren ortak bir sorun olduğunu ve ancak birlikte mücadele edilirse çözüm bulunabileceğini gösterecekler.
Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı Projesi
Aile içinde kötü muamele ve şiddete maruz kalan kadınlara destek sağlamak amacıyla 15 Ekim 2007’de kurulan ve 0212/0549 656 96 96 numaralı telefondan hizmet veren Türkiye’nin ilk ve tek 7 gün 24 saat açık Acil Yardım Hattı, iki yılda 18 binin üzerinde çağrı aldı, 8.573 kişiye destek verildi. 490’ı acil vakaydı. İstanbul dışından 78 ilden ve 12 farklı ülkeden arama geldi. Şiddet mağdurları için çok önemli bir dayanak olarak çalışmalarını sürdürüyor.

Hafta sonuna caz yakışır!


Ünlü Tromboncu Steve Turre ile Caz Çellist’I Akua Dixon’un kızları olan Andrmeda Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında geliyorlar..
ANDROMEDA TURRE “QUEEN OF THE BLUES” 26-27 Şubat Caz’ın merkezinde…
ANDROMEDA TURRE
Profesyonel kariyeri Ray Charler'ın arka vokalistliği ile başladı daha sonra Lider"Raelette" , aranjör olarak devam ve vokal direktörlüğü yapan Andromeda ünlü Tromboncu Steve Turre ve caz Çellisti Akua Dixon'un kızlarıdır.
Ray Charles grubundan ayrıldıktan sonra Grammy ödüllü J:C Hopkins Biggish Band'in lider vokalisti olarak dünya turnelerine katıldı..
Andromeda Woody Allen'ın "Murder Mystery Blues" İsimli oyunununda New York ve Los Angeles'de 14 ay boyunca aktrist,şarkıcı,dansçı ve pianist olarak sahnede "Queen of the Blues" rolünde oynadı bu sırada ilk albümü olan "Introducing Andromeda"nı kayıtlarını gerçekleştirdi…
Andromeda Turre(v), Nico Menci(p), Marco Marzola(b), Donato Cimaglia(d)
Bilet ücreti: Masa 20 TL / Bar 15 TL – HER SET ÜCRETİDİR..
Konser yeri: JC's Istanbul Jazz Center, Çirağan Cad. Salhane Sok. No.10, Ortaköy Tel. 0212 327 50 50
Kapı açılışı ve yemek servisi: 19:00
Konser başlangıç saatleri: 21:30-22:30 / 23:00-00:00