13 Şubat 2010 Cumartesi

arşiv

Yaşayamıyoruz sanırım. Gereksiz takıntılarımız var. Gereksiz kaygılarımız, konusu gelecek. Ve benciliz tepeden tırnağa. Kendimizi kurtarmak için çabalıyoruz sadece. Kendimizi kurtarmak için okula gidiyoruz ve ilerde dostça kardeşçe yaşanılabilen bir dünyayı değil sadece kendi zenginliğimizi ve orta sınıf küçük burjuva hayatımızı hedefliyoruz. Kalpler kırıyoruz ve gereksiz kasıyoruz kendimizi insani ilişkilerimizde. Bu uğurda değer yargılarımızı değiştiriyoruz. Dostluğa arkadaşlığa bilgiye kültüre değil de paraya, parası olana değer veriyoruz.

Ve sadece para kazanmayı amaç ediniyoruz. Kişisel gelişimimiz sıfır olsa bile paramız varsa adam sayılacağımızı biliyoruz çünkü. Kitap okumak yerine talih oyunlarının kataloglarını yada fikstürlerini okuyoruz. Kitap okuyanı aşağılıyoruz. Vaktini boşa harcayan gereksiz biriymiş gibi davranıyoruz kitap okuyana. Ve okumayı sadece hukuk yada tıp fakültesinde eğitim almak olarak nitelendiriyoruz. Okumuş adam diyoruz ancak okumuşluğuna değil de ne kadar para kazandığına dikkat ediyoruz. Ve tek amacımız doktor yahut avukat beklide mühendis olmak oluyor sonra. Paraya özendirilmiş çocuk zihnimiz sorulan soruya doktor cevabını yakıştırıyor ve kendimizi okumuş kültürlü sosyal ve ülkesini, dünya insanlarını düşünen ve insanların mutlulukları için çabalayan insanlar olarak görmek yerine. Ciplere binerken lüks restoranlar da yemek yerken hayal ediyoruz.

Ne yazık bize ki geleceğin giderek karadığını görmezden gelip o kararan geleceği temizlemektense görece temiz yerlere kaçıyoruz. Ve ne yazık ki bize, kararan dünyaya ışık olmayı hedefleyen, kararan dünyada tekbir ışıksız ev tekbir aydınlanmamış insan kalmasın için çabalayanları hor görüyor ve onlar temizledikçe onlar aydınlattıkça biz daha da çabalıyoruz kararsın diye. Ve destek olmaktan geçtim köstek oluyoruz çoğu ilericiliğe. Elimizle teslim oluyoruz paranın hükmüne. Sloganlaşan cümleyi hep bir ağızdan söylüyoruz adeta : ‘’ paranın satın alamayacağı insan, paranın satın alamayacağı kültür, paranın satın alamayacağı geçmiş ve gelecek yoktur.’’ Yanıldığımızı görmemize az kaldı umarım. Ve umarım bu ülkenin ve tüm dünyanın ilerici insanları, ilerici aydınları, köylüleri, işçileri haklı mücadelelerinde zafere ulaşacaklar ve bu ülke ve bu dünya yeniden kavuşacak aydınlığına..

Picasso'nun gravürleri Pera Müzesi'nde


Picasso'nun 1930-1937 arasında ürettiği 100 gravürü içeren "Vollard Süiti" adlı dizi, 16 Şubat – 18 Nisan 2010 tarihleri arasında Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde sergilenecek.

İspanyol ressam Pablo Picasso’nun 100 adet eserini içeren ünlü gravür dizisi “Vollard Süiti”, İstanbul’a geliyor. İspanya’daki Fundación MAPFRE (Mapfre Vakfı) Koleksiyonu’na ait olan dizi, Cervantes Enstitüsü işbirliğiyle 16 Şubat – 18 Nisan 2010 tarihleri arasında Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde sergilenecek.

"Vollard Süiti", Picasso’nun en üretken dönemlerinden biri olan 1930-1937 yılları arasında, zamanın en önemli sanat simsarlarından Ambroise Vollard’ın siparişi üzerine ürettiği 100 gravürden oluşuyor. Aynı zamanda Picasso’nun yakın arkadaşı olan Vollard, tanınmamış genç sanatçıları keşfederek hem çok kazanan, hem de Picasso, Cézanne, Gauguin ve Van Gogh gibi isimlerin üretimlerinin sürekliliğini sağlayan biri olarak biliniyor.

Çeşitli temaların işlendiği gravür dizisinde özellikle yarı insan yarı boğa Minotaur ile, yarattığı esere hayran olan sanatçı Pygmalion gibi mitolojik figürlerin sıkça kullanılması göze çarpıyor.