5 Şubat 2010 Cuma

arşiv..

Odamın kırık camlarından sızan ışık, kendine benzetiyor yüreğimi, yüreğim öyle burkulmuş yada öyle isli, öyle tozlu bir hayatın içinden geçmişki ağız dolusu küfürler saklıyor dilim her nefesin boşluğuna..

Sevilmelerin yansıması olmaz oysa bilirim.

Her masalın başlangıcı farklıdır berikinden. Yinede umutlanır hani insan. Aynı türde yazılmasına rağmen roman, sonu mutlu bitecektir belki, hiç farkına varmadan! Oysa intiharımın hikayesidir her yeni surette yeniden kaleme alınan.. en fazla olay çözülür. Bütün hataları, sahtekârlıkları, iki yüzlü insanları görürde her okuyan, bir ders çıkaramaz kendine romanı yazan.

Yazar ölür, yazar doğar.
Aynı türde romanı, üstünden hiç atamayacağı toyluğuyla yeniden yazar.

Büyümek istemedim ben ömrüme. Farkına vardım daha çocuk yaşta büyüdükçe büyüyen acıların. Balkonun korkuluklarından sarkarak, komşu kızının camından içeri attığım o aşk mektubundaki masum mısralar, her nefes alışımda karardı gittikçe. Şimdi yeni bir sevi hissetsem yamru yumru yüreğimde, yazamam sanırım tek bir kelime bile. kırılmış parmaklarım ve bir alkoliğin refleksleri.. hem nasıl tekrar elime alabilirimki kağıdı kalemi? Çocukluğumdan bu yana mektubumu karartan çok nefes gelip geçti..

Bir fahişenin çığlıklarını duyuyorum dilimden dökülen her kelimede.

Bedenimi saran çürümüş et kokusundan kurtulmak için kırklanmam lazım sanırım. Peki ya namusum? Hani şu iki bacak arasından çıkarıp yüreğime yerleştirdiğim.. o da burkulmuş olabilir mi yataktan ibaret odamın kırık camından sızılan ışıkla bir?

Kendimi fantastik roman kahramanları gibi hissetmeye başladım. Işığa çıkamıyorum. Aydınlık bedenimi yakıyor. Onun saflığından inciniyorum..
Ergen dönemindeki sevdaların yarası bukadar derinemi kazınıyordu? Hatırlamıyorum..

Toparlanmam lazım farkındayım! Yeni bir romana muhtacım.!

Hani yetmişine dayanmış ömrün – ruhum misal- sonunda, son nefesinde, bir tatlı gülüşün heyecanı vardır ya ölüyü bekleyen yakınlarda.. aşmalıyım tebessümleri! ölmek ve öldürmek için çok güçsüzüm çünkü. Ne sevilebilirim şimdi ne sevebilirim yada.. Miskinliğimin içinde bir ilham perisine ihtiyaç var. Son bir roman için. Belki bu sefer ölmeyen bir şairin biyografisini yazarda yazar,
Yaşamak. (bir aşkı..)
Sonsuz olur..


uur

Plüton Renk Değiştiriyor

Güneş sistemindeki "cüce gezegen" Plüton'un renk değiştirdiği bildirildi.
Hubble uzay teleskobundan alınan görüntülerde, 2006'da gezegen sıfatı geri alınan Plüton'un yüzeyinin eskiye göre yüzde 20 daha kırmızı, kuzey yarım küresinin ise çok daha parlak olduğu belirlendi.

Plüton'un Güneş'in çevresinde 248 yıl olan dönme süresinin yeni bir safhaya girmesi nedeniyle Güneş ışınlarının geldiği kuzey yarım küredeki buzların erimesi, güney yarım küredeki buzların ise yeniden donmasının bu renk ve parlaklık değişikliklerine neden olduğu sanılıyor.

Hubble'ın bu görüntüleri astronomlara Plüton'daki mevsimler ve atmosfer konusunda daha ayrıntılı bilgi veriyor.

Tiyatro eleştirmenlerinden Vakit'e tepki

Özen Yula’nın oyununa çirkin bir haberle saldıran Vakit gazetesine, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (AITC) Türkiye Merkezi'nden tepki geldi.

Vakit gazetesi dün internet sitesi habervaktim’de, Özen Yula’nın “Yala ama Yutma” adlı oyununa karşı “Ahlaksız oyundan tahrik dolu mesajlar” başlığıyla bir haber yayınladı. Kışkırtıcı ifadeler içeren haberde tiyatronun ve senaristinin adının doğru yazılmamış olması da provokatif amacı açıkça gösteriyordu.

Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (AITC) Türkiye Merkezi yazılı bir açıklama yaparak Vakit gazetesini kınadı. Birlik, ilgili habere tepki göstererek duruma sessiz kalan medyayı, hukukçu, siyasetçi ve sanatçıları göreve çağırdı. Metinde şu ifadelere yer verildi.

“Daha önce çeşitli kişi ve kurumları okurlarına hedef göstererek provokasyona teşvik eden Vakit gazetesinin, bu kere de Beyoğlu’ndaki Kumbaracı50 tiyatrosunda sahnelenecek olan Özen Yula’nın oyunu ‘Yala ama Yutma’yı amacına uygun olarak odak noktası olarak seçmesi ve taraftarlarına göstermesi, Birliğimiz mensuplarınca kınanmış ve geleceğe dönük kuşkularla karşılanmıştır.

Bir eseri daha sahnelenmeden, hatta metnini bile bilmeden ‘ahlaksız’ olarak nitelendirmek ve ‘din elden gidiyor’ çığlıkları atmak, Vakit gazetesinin tutumuna yakışmakta, ancak bu tutum insani faziletin ve savundukları ahlak anlayışının çok dışında kalmaktadır. Hiç kuşku yok ki bu düşünce son derece karanlıktır ve yarınlarımızın provası niteliğini taşımaktadır. Bu kışkırtıcı, olumsuza yol gösterici yayını bir kısım medyamızın da sessiz sedasız izlemesi ise başlı başına bir olaydır.

Bir sahne eserinin sahnelenmeden ve metni yayımlanmadan yani izlenmeden ve okunmadan dinsel kuralları aşağılamakla suçlanması, geçtiğimiz Temmuz ayında Topkapı Sarayı’ndaki İdil Biret konseri öncesi, ‘mini etekli kızların servis ettiği şarapları içecekler’ tevatürünü yayarak konserin provoke edilmesiyle eşdeğerdir. Dolayısıyla sanat dünyamız gene karanlık, dar ve tehlikeli bir yola sokulmak istenmektedir. Hukukçularımızı, siyasetçilerimizi, sanatçılarımızı göreve çağırıyoruz.”

hergün bir şair (Ahmet Telli)


1946 yılında Eskipazar'da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdikten sonra, çeşitli eğitim kuruluşlarında öğretmenlik yaptı.12 Eylül' den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı.

``1960 sonrası toplumcu şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün bir şairidir. Birinci kuşaktan, özellikle İsmet
Özel'den -ses tonu ve sözcük seçimi bakımından-, geniş ölçüde etkilenmiş olduğu gözlemleniyor. Romantik ve başkaldırıcı kişiliği, O'nu bir yanıyla da Attila İlhan şiirine bağlıyor.''

-----------------------

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
' Tükürsem cinayet sayılır' diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluksoluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün

Ahmet Telli