22 Şubat 2010 Pazartesi

ÖDÜLÜ ANNEME VEREBİLİRİM!


Yönettiği Bal filmi ile Altın Ayı kazanan Semih Kaplanoğlu Yusuf üçlemesini ve Bal'ı anlattı.
Yumurta'da annenin ölümüyle başlayan, Süt'te ergenlik ve taşra sıkıntısıyla süren, Bal'da babanın gidişiyle yaşanan çocukluk travmasına dönen Semih Kaplanoğlu ile Berlin'deyiz. Ödül heyecanını "Rüyamda görsem bile inanmakta güçlük çekerdim" diyerek dillendiren yönetmen zaman zaman göz yaşlarını da tutamıyor. Ödülün genç Türk yönetmenleri ve kendisini, iyi filmler yapmak için motive edeceğini düşünüyor ve "Altın Ayı'yı ya ofisime koyacağım ya da anneme göndereceğim" diyor. Bal'ın başarısının da Türkiye'deki sanat sinemasını canlandıracağını umduğunu söylüyor. Yusuf üçlemesi tüketici bir süreç olduğu kadar ona katkıda da bulunmuş elbet. "Şimdi içim biraz boşaldı aslında. Yani ağladım, döktüm, çıkardım üstümdekileri " diyor ve ekliyor: "2005'te Meleğin Düşüşü ile Forum'da yer almıştım ve sonrasında bugüne kadar dört film yapmışım. Yorucu bir süreçti ama çok şey öğrendim. Yumurta'da nihilist bir adamın evine dönüşü ve kendini yeniden keşfetme sürecinin, kendi hayatımla da paralellik taşıdığını söylemeliyim. Gençlik ve çocukluğa döndükçe o karakteri açıyor, elbiselerini atıyorum. Bu, kendi içime, özüme doğru bir yolculuk oldu. Şimdi belki yeni şeyler koymak, yeniden başlamak, yeni bir yol denemek gerek. Yine sadelikten kopmadan temalar değişebilir. Daha başka yerlere gidebilirim." Üçlemenin her parçası Avrupa prodüksiyonlarından yardım gördü ve farklı uluslararası festivallelerde gösterildi, ilgi gördü. Ama Semih Kaplanoğlu kendini Avrupa sinemasında görmüyor aslında: "Film yapma biçimime, anlatma tarzıma ve beslendiğim kaynaklara baktığımda kendimi doğuda görüyorum. Bence görünen o ki Avrupa sineması kan kaybediyor." Gerçekçilik ve maneviyatın birbirinden kopmaması gerektiğine inanıyor 'spiritüel gerçekçilik' olarak nitelediği sinemasını şöyle açıklıyor: "Metafizik veya spiritüel dediğimiz zaman ister istemez bir fantastik boyuttan söz etmek zorundayız. İçimizdeki duygular ve mantık gibi gerçeklik algısı ve maneviyatın da bir arada olduğunu düşünüyorum. Zaten sinemanın da bence bu anlamda çok geçişken bir yapısı var. Ama bunu sadece maneviyata döndürürseniz körü körüne başka yerlere gidebilir veya fantastik kaçabilir. Hayatın içinde maneviyatı, maneviyatın içinde gerçeği aramalıyız. Şiire ulaşmaya, elemanları azaltarak gerçeğin içinde derinleşmeye çalışıyorum. Şiir bizim toprağımızın en iyi bildiğimiz şeyi. Belki artık revaçta değil gibi ama bizim kanımızda var ve ben ondan çok şey öğreniyorum. Hem eksitme hem de duyguyu verme anlamında." Kaplanoğlu Yusuf karakterinin kendisiyle otobiyografik olarak benzerlikler gösterdiğini söylüyor: "Yumurta'daki şairin belli bir dönem yaşadığı başarısızlık duygusu benim bir dönem yaşadıklarıma denk geliyor. Süt'teki Yusuf'un şiirle olan alakası gibi şeyler otobiyografik saylabilir. Ama anne, baba gibi ana figürler benimkinden farklı."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder